Gazeteci Gökhan Gülmez, hakkında hakaret, tehdit ve küfür iddiasıyla dava açtığı Doğu Türkistan Meclisi eski başkan yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk üzerinden Türkiye'deki Uygur faaliyetlerinin yeniden mercek altına alınması gerektiğini savundu. Gülmez, Tümtürk'ün söylemleriyle sadece şahsını değil, devlet kurumlarını da hedef aldığını belirterek, "Bu bir bireysel tartışmanın ötesinde, yabancı merkezli bir lobi faaliyetiyle karşı karşıyayız" dedi. Gülmez'e göre, Uygur meselesi ABD merkezli fonların desteklediği bir lobi mekanizmasının Türkiye ayağı.
Bakırköy Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen soruşturmada, Seyit Tümtürk'ün Gülmez'e yönelik sosyal medya üzerinden "hakaret, küfür ve tehdit" içeren ifadeleri nedeniyle cezalandırılması talep edilmişti. Vizyonege haber sitesinin 7 Mayıs 2025 tarihli haberine göre savcılık, Tümtürk'ün birden fazla kez küfür içeren paylaşımlar yaptığına kanaat getirerek kamu davası açılması yönünde mütalaasını sundu.
"Sıradan Bir Tartışma Değil, Etki Operasyonu"
Gazeteci Gökhan Gülmez, sürecin yalnızca bir ceza davası değil, aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunu olduğunu dile getirdi. "Uygur meselesi üzerinden yaratılan suni duyarlılık, Batı merkezli çıkar çevrelerinin Türkiye iç siyasetini dizayn etme arzusunun bir parçasıdır. Bu yapılar, Türkiye'nin iç tartışmalarını yönlendirmek ve belirli kesimleri hedefe koymak için aktif olarak kullanılmaktadır" dedi.
Gülmez, devletin ilgili kurumlarını bu tür faaliyetleri ciddi şekilde mercek altına almaya çağırdı: "Kimin kimlerle temas kurduğu, hangi fonlarla hangi etkinlikleri düzenlediği şeffaf biçimde ortaya konmalı. Aksi halde, sahte mağduriyetler üzerinden yürütülen etki operasyonları, ülkemizin toplumsal bütünlüğüne ciddi zararlar verebilir."
Gülmez, bu olayın sadece kişisel bir hak ihlali olmadığını, Türkiye'deki Uygur söylemlerinin arkasındaki küresel yönlendirmelere işaret ettiğini ileri sürdü. Daha önce yayımlanan analizlerinde Tümtürk'ün, ABD merkezli fon ve kuruluşlarla ilişkili etkinliklere katıldığını, sıkça Avrupa ülkelerine gidip geldiğini ve söylemlerinde Türkiye'nin iç siyasetine müdahale edecek ifadeler kullandığını vurgulamıştı.
Gülmez'e göre bu tablo, Türkiye'de "insan hakları ve soydaş hassasiyeti" kılıfı altında yürütülen yabancı etki operasyonlarına işaret ediyor. Özellikle "Uygur davası" adı altında örgütlenen yapıların ABD merkezli manipülasyonlara açık olduğunu belirten gazeteci, "Devletin bu faaliyetleri ciddi şekilde soruşturması gerekiyor. Aksi takdirde, sahte mağduriyetler üzerinden Türkiye'ye yönelik baskı mekanizmaları üretilecektir" dedi.
Gazeteci, Tümtürk'ün son yıllarda ABD ve Fransa başta olmak üzere birçok ülkeye sık sık gittiğine, Washington merkezli National Endowment for Democracy (NED), Uygur Human Rights Project (UHRP) ve World Uygur Congress (WUC) gibi fon ve organizasyonlarla ilişkilendiğine dikkat çekti. Bu yapıların, Çin karşıtı söylem üzerinden Türkiye gibi ülkelerde "insan hakları" görünümünde etki yaratmaya çalıştığını vurguladı.
Gülmez, yaşananları kişisel bir dava çerçevesinde değerlendirmenin yetersiz olduğunu belirterek, "Burada bir bireye yönelik saldırının ötesinde, Türkiye'yi içeriden ve dışarıdan hedef alan bir propaganda faaliyetinin yansımasını görüyoruz" dedi.
Yurt Dışı Trafiği ve Türkiye'deki Siyasi Temaslar
Vizyonege'nin 2024 tarihli haberine göre, Seyit Tümtürk'ün devlet memuru statüsünde olup olmadığı hâlâ belirsizliğini korurken, buna rağmen Avrupa ve ABD başta olmak üzere birçok ülkeye sık sık vize alarak gitmesi soru işaretlerine yol açtı. Tümtürk'ün bu seyahatlerde kimlerle görüştüğü, ne tür temaslar yürüttüğü ve fonlanan etkinliklere katılıp katılmadığı konusu resmi bir denetime tabi tutulmuş değil.
Öte yandan Tümtürk'ün Türkiye'deki bazı siyasetçilerle ve muhalefet figürleriyle yakın ilişki kurmaya çalıştığı da iddialar arasında. Özellikle sosyal medyada yürüttüğü faaliyetler üzerinden kamuoyunu yönlendirme çabaları, bazı grupları sistematik biçimde hedef alması ve ayrılıkçı söylemleriyle dikkat çekiyor.
Türkiye'de ise özellikle muhalefet partileriyle yakın temas kurma çabaları dikkat çekti. Uygur diasporası ve Tümtürk'ün temsil ettiği yapılar, bugüne kadar İYİ Parti, Saadet Partisi, DEVA Partisi, Gelecek Partisi, MHP ve bazı bağımsız milletvekilleriyle görüşmeler gerçekleştirdi. TBMM'de Uygur meselesine dair bilgilendirme sunumları yapıldı; Çin'e karşı siyasi açıklamalar talep edildi.
2021 yılında ise "Doğu Türkistan Cumhurbaşkanı" unvanını kullanan Abduvali Buğrahan Osman adlı bir kişinin, Muharrem İnce'yi "Cumhurbaşkanıyım" diyerek yanılttığı ve Memleket Partisi Korkuteli ilçe teşkilatında ziyaret gerçekleştirdiği ortaya çıkmıştı.
Vatan Partisi Genel Başkanı'nı Hedef Göstermesi ve Hapis Cezası
Tümtürk'ün geçmişte Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'i sosyal medya paylaşımlarında açıkça hedef göstermesi " nedeniyle 1 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldı. 2019 yılında Doğu Perinçek hakkında hakaret içeren twitler atan Tümtürk'e, Perinçek hakaret davası açmıştı. Bunun üzerine Tümtürk, sosyal medya hesabında iddianamenin birinci sayfasını yayınlayarak Vatan Partisi Genel Başkanı'nı hedef gösterdi.
İstanbul 43'üncü Asliye Ceza Mahkemesi, Tümtürk'ü kişisel verileri hukuka aykırı olarak yaymak suçunu işlediği tespitiyle 1 yıl 8 ay hapis cezası verdi ve hükmün açıklanması geri bıraktı. 5 yıl denetim kararı uygulanacak Tümtürk, bu süre içinde başka bir suç işlerse cezasını çekmek üzere hapse girecek.
Tümtürk, hakkında iki ayrı hakaret davası da açıldı ve birinden para cezası aldı.
"Bazı Uygur Yapılanmaları Türkiye'nin Güvenliğini Tehdit Ediyor"
Konu ile ilgili olarak Görüşlerine başvurduğumuz Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Uygur lobisinin bir güvenlik tehditi yarattığına dikkat çekti
Bir dönem Türkiye'de siyasi parti liderlerini ziyaret etmeleriyle, son dönemde ise hakaret davalarıyla gündeme gelen Uygur hareketleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
İki tane Uygur hareketi var. Birincisi tamamen bizim Uygurlarımız; yani Türkiye ile birlik içinde olan, Amerika'nın ve İsrail'in kontrolünde olmayan, milli Uygurlar. Diğeriyse doğrudan Amerika ile bağlantılarını inkâr etmeyen, ABD'de yasa dışı bir "Uygur hükümeti" kuran, CIA ve Mossad ajanlarıyla birlikte hareket eden sözde Uygurlar. Bunlar aslında Uygur kimliğiyle hareket eden bir ajan takımından ibaret.
Bu yapıların Türk Silahlı Kuvvetleri'ne karşı da eylemleri oldu. Fırat Kalkanı Harekâtı sırasında Mehmetçik'i hedef aldılar. Türkistan İslam Partisi gibi örgütler Suriye'nin ve Irak'ın kuzeyinde, Amerika ve İsrail'in kontrolünde faaliyet gösteren silahlı gruplardır. Bu yapıların bağlantılarını herkes biliyor, Amerika bile inkâr etmiyor. Biz bu tür oluşumları Uygur olarak da görmüyoruz. Mehmetçik'e kurşun sıkan, Suriye'yi bölmeye çalışan bu unsurlar, Türkiye'de de uzantılara sahip.
Zaten Amerika tarafından eğitildiler, silahlandırıldılar. Hâlâ Amerikan bütçesinden para alıyorlar. Bu artık açık bir gerçek. Uluslararası alanda bu tür yapılara "yabancı savaşçılar" deniyor. Türkiye'de de bazı uzantıları bulunuyor. Fırat Kalkanı döneminde Mehmetçik'e saldırdılar; ayrıca Reina saldırısı gibi olaylarda da bu tür yabancı unsurların izine rastlandı. İçlerinde Uygurlar, Özbek kökenliler de vardı. Bu yapıların DEAŞ'la da bağı var, dolayısıyla Türkiye'nin güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturuyorlar.
"Sürgündeki Uygur hükümeti" benzeri yapılar var bir de…
Sürgünde hükümet olur mu? Herkes kendi memleketinde hükümet kurar. Amerika'nın gözetiminde bir havuzda Uygurları temsil etmek mümkün mü? Bu, Uygur halkına ihanettir. Uygurları Amerika'nın çıkarları uğruna ateşe atmak, ezdirmek… Bunların yaptığı tam olarak bu. Çin'i yıpratmak için bir "Türkistan İslam Partisi" kurdular ama ne Türkistan'la ne İslam'la ilgileri var. Bu gruplar tamamen Amerika'nın güdümündedir.
Siz Sincan (Xinjiang) bölgesini birçok kez ziyaret ettiniz. Gözlemleriniz neler oldu?
Orada sadece Uygurlar değil; Kazaklar, Kırgızlar, Tatarlar da yaşıyor. Ben şimdiye kadar 8 kez Sincan'a gittim, Tanrı Dağları'na kadar çıktım. Bir Kazak obasında misafir bile oldum. Bu bölgeye ilk ziyaretim 1977'deydi; tam 48 yıl olmuş. Her gidişimde bölgenin çağ atladığını gördüm.
Sanayi gelişmiş durumda, köylerde insanlar villalarda oturuyor. Sağlık ve eğitim ücretsiz. Dört ayrı dilde (Uygurca, Kazakça, Kırgızca, Tatarca) yayın yapan televizyon kanalları var. Urumçi çarşısında tüm tabelalar Uygurca. Trenlerde Uygurca anons yapılıyor, köylerde Uygurca tiyatrolar sergileniyor, müzikler, türküler söyleniyor. Ayrıca Çin yönetiminde Uygurların önemli pozisyonlarda görev aldığını da söylemeliyim. Örneğin rahmetli Seyfettin Aziz, Çin Komünist Partisi'nin 15 kişilik politbürosunda uzun yıllar görev aldı. Başbakan Yardımcılığı yapan Ehmet ile birebir görüştüm. Turfan Belediye Başkanı Adil Can ile birlikte kuzu çevirip sohbet ettik. Şevket ise Sincan'daki parti başkanıydı. Yani Uygurlar hem kendi bölgelerinde hem Çin genelinde yönetime entegre olmuş durumda.
Çin'in ekonomik atılımı Sincan bölgesine de yansıyor mu?
Bu dönüşüme "Çin Mucizesi" deniyor. Çin'deki refah artışı yaygın ve paylaşımcı bir yapıda. Sadece belli bir kesim değil, halkın tamamı bu gelişmeden faydalanıyor. Çin Komünist Partisi ve hükümeti, 1975'ten bu yana halkı zenginleştiren bir çizgi izledi. Bugün Çin, dünya ekonomisinde %20'nin üzerinde paya sahip. Amerika'nın payı ise %13-14'lere kadar geriledi. Satın alma gücü paritesine göre aradaki fark daha da açılıyor.
Bu ekonomik büyüme halkın yaşamına da yansıyor. Uygur bölgesinde müzeler, yeraltı Kariz su kanalları gibi tarihi yapılar restore edilmiş durumda. Tanrı Dağları'ndan gelen sular, M.Ö. 100'lü yıllardan beri yer altı tünelleriyle çölü sulamaya devam ediyor. Çin-Türk kültürünün tüm hazineleri korunmuş ve ziyarete açık. Ayrıca Divân-ı Lügat-i Türk gibi eserler Çince yayımlanıyor. Atatürk'ün anlatıldığı ortaokul tarih kitaplarına kadar Türk kültürü eğitim müfredatında yer alıyor.
Etik Dışı Davranış ve Taciz İddiaları
İnsan hakları örgütlerindeki güçlü erkek figürlere ilişkin cinsel taciz iddialarını gündeme taşıyan NOTUS'ta yayınlanan bir araştırmada da Uygur liderler gündeme geldi.
Haberde yer alan en çarpıcı örnek, Dünya Uygur Kongresi Başkanı Dolkun Isa'ya ait. Türk-Belçikalı genç aktivist Esma Gün, 2021 yılında Isa'nın kendisine özel mesajlar yoluyla cinsel içerikli ifadeler gönderdiğini söyledi. NOTUS'un ulaştığı ekran görüntülerinde Isa'nın Gün'e "Seni bırakmadan öpmek isterim" gibi ifadeler kullandığı görüldü.
Gün, bu deneyimin ardından insan hakları savunuculuğunu bıraktığını belirtti. Olayı yıllarca kimseye anlatmadığını söyleyen genç kadın, "Zaten umutlarını ayakta tutmakta zorlanan insanlara liderlerinin böyle biri olduğunu söylemek istemedim," dedi.
Dolkun Isa, konuyla ilgili gelen soruları yanıtsız bıraksa da haberin yayınlanmasından önce X (eski adıyla Twitter) üzerinden bir açıklama yaparak, "rahatsızlık veren mesajlar gönderdiği için" özür diledi. Ancak Isa'nın iki başka kadına da benzer şekilde yaklaştığı, NOTUS'a verilen anonim tanıklıklarla ortaya kondu.
Dünya Uygur Kongresi ise yaptığı açıklamada bu iddiaların "örgütü ve üyelerini karalamaya yönelik" olabileceğini, Çin rejiminin bu durumu kendi propagandası için kullanabileceğini savundu.
ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu'nun eski başkanı ve UHRP'nin (Uygur İnsan Hakları Projesi) yönetim kurulu başkanı olan Nury Turkel hakkında da etik dışı davranış iddiaları gündeme geldi. UHRP'de çalışan Julie Millsap, Turkel'le daha önce yaşadığı gönüllü bir ilişki sonrasında kurum içinde dışlandığını ve etik şikâyetlerinin dikkate alınmadığını savundu.
UHRP'nin talebiyle bir hukuk firması tarafından yürütülen soruşturmada ciddi taciz bulgusuna rastlanmadığı açıklandı. Ancak, Turkel'in 2019'da iki kadınla alkol etkisi altında "fazla samimi" davrandığı olay doğrulandı.
Millsap, kurum içerisinde rahatsız edici davranışları gündeme getirdiğinde dışlandığını, bazı görevlerinin elinden alındığını ve konuşmalarının kısıtlanmaya çalışıldığını belirtti. UHRP ise herhangi bir misillemede bulunmadıklarını söyledi.
Millsap, çözümün sadece iç mekanizmalarda değil, aynı zamanda fon sağlayan kuruluşlarda olduğunu savunuyor. ABD Kongresi tarafından desteklenen ve UHRP'ye finansman sağlayan National Endowment for Democracy (NED) gibi kurumların, ihlalleri ciddiyetle ele almaları gerektiğini söylüyor.