MEHMET REBİİ ÖZDEMİR
EŞİK (Eşitlik İÇin Kadın Platformu) Anayasa teklifine kesinlikle hayır" söylemiyle hazırlayan Av. Hülya Gülbahar, Selen Lermioğlu Yılmaz, Av. Yelda Koçak'ın kamuoyuyla paylaştığı bildirgede şu ifadelere ver veriliyor.
"Toplumsal ve ekonomik krizin giderek derinleştiği, şiddetin yaygınlaştığı bir ortamda, toplumsal meşruluğu her gün biraz daha azalan bir siyasal iktidarın, seçim yatırımı olarak kullandığı bu Anayasa teklifinin desteklenmemesi, müzakere bile edilmemesi gerekir.
Çünkü:
Bu Anayasa değişikliği teklifi, toplumun bir arada özgürce yaşamasının güvencesi olan, ama 20 yıllık AKP iktidarı süresince sistematik olarak zayıflatılan laiklik ve eşitlik ilkelerini tamamen terk etmenin ön hazırlıklarından biridir.
İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede, bir kişinin kararıyla çekilme kararı verenler ve sayısız insan, kadın ve çocuk hakları ihlallerinin doğrudan sorumluları ile ne Anayasa, ne de herhangi bir yasa yapılamaz. Özgür ve demokratik bir tartışma ortamı yokken, yargı bağımsızlığına güven yitirilmiş, yargı, muhalifleri hapis cezaları ya da siyasi yasaklarla susturmanın temel araçlarından biri haline getirilmişken; bu ülkede bir Anayasa tartışması yapılamaz. Başta BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, Çocukların Cinsel Suistimal ve Cinsel İstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzarote Sözleşmesi) yükümlülükleri olmak üzere, çocuk cinsel istismarına ilişkin ulusal ve uluslararası yükümlülükleri uygulamayan, kız çocuklarının evlilik adı altında yıllar süren istismarını önlemeyen ve çocuk istismarı suçlularına defaten af getirmeye çalışan bir iktidarın, bütün bir topluma aile tanımı üzerinden nizam vermeye girişmesi en hafif tabirle samimiyetsizliktir. Üstelik iktidar 2016 yılından bu yana birçok kez çocuk istismarcılarının affedilmesi, çocuklarla cinsel ilişki yaşının indirilmesi, tecavüzcü ile evliliğin tecavüzü suç olmaktan çıkarması için Türk Ceza Kanunu’nun 103. maddesinde değişiklik önerisini TBMM’ye getirmektedir. Bu tehdit ve risk son derece güncel olup, çocuk istismarcılarını affetmek için uğraşan bir iktidarın Anayasa’nın aileye ilişkin maddelerinde değişiklik girişimlerine karşı net olunmalıdır. Sanatçı Gülşen örneğinde olduğu gibi, dini konular söz konusu olduğunda özrü dilenmiş bir şaka için dahi insanların hapse atıldığı; dinle ilgili konuları özgürce tartışmanın imkansız kılındığı; devlet politikası ve bütçesinin Diyanet İşleri Başkanlığı ağırlıklı belirlendiği; LGBTİ+lara ve kadın örgütlerine karşı devlet destekli gösterilerle nefret kampanyaları yürütülen bir ortamda herhangi bir Anayasa tartışması mümkün değildir.
Anayasa’nın 24. Maddesi’ne yönelik değişiklik önerisi, başörtüsüne güvence getirme teklifi değil; laikliği ve eşitliği yok etme teklifidir, Çünkü:
Teklifte 24. Maddeye eklenmesi önerilen 1. Fıkra aynen şöyledir:
“Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu ve özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz.”
Bu öneri ile kadınlar anayasal düzlemde başörtülü-örtüsüz, inançlı-inançsız şeklinde tasnif edilmiş oluyor. Ayrıştırma, kutuplaştırma ve ayrımcı politikaların zemini hazırlanıyor. Geçmişte yanlış uygulamalarla sorun haline dönüştürülmüş olan, ama kadınların toplumsal alanda büyük ölçüde çözdüğü başörtüsü meselesine ilişkin toplumsal uzlaşmayı bozma riski taşıyor.
Bu fıkrada “kadının başının örtülü veya açık olması” ibaresi ile Anayasa’ya kıyafet üzerinden dini bir referans eklenmiş oluyor ve anayasal laiklik ilkesi açıkça ihlal ediliyor.
Kaldı ki, fıkranın “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile…” ibaresi ile başlaması, yapılmak istenilen dini inanca dayalı bu Anayasa değişikliğinin 24. Madde ile sınırlı kalmayacağını gösteriyor. Anayasa’nın temel haklar ve ödevlerle ilgili 2. Kısmında yer alan düzenleme ve haklarda yapılmak istenilen bu değişiklik çerçevesinde yeniden yorumlanmasının önü açılıyor. Anayasa’nın bu kısmında yer alan haklar ve ödevler, kişinin hakları ve ödevleri, sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler, siyasal haklar ve ödevler gibi son derece geniş bir alanda düzenlemeler getiriyor. Yapılmak istenilen bu değişiklik, temel hakların niteliği, sınırlandırılması, kötüye kullanılamaması, kullanımının durdurulması gibi genel kriterlerin yanı sıra, tek tek sayılan Anayasal hakların her biri bakımından da yeni ve din eksenli tartışmalara zemin hazırlıyor.
Teklifte 24. Madde’ye eklenmesi önerilen 2. Fıkra ise şu düzenlemeyi içeriyor:
“Hiçbir kadın; dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir."
Bu fıkranın Özlem Zengin’in iddia ettiği gibi, “…başı açık ve başı kapalı kadınların özgürlüğü için ”yorumlanması mümkün değil. Zira başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı ibaresiyle ancak her ikisini de karşılayan kadınların kıyafetlerini düzenliyor. Bu madde metninde açıkça “…hiç bir kadının, dini inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı…” ibaresiyle kadınların sadece dini inanca dayalı kıyafetlerinin düzenlendiği açıkça ifade buluyor.
Bu teklif ile;
Laiklik ilkesi sadece din, inanç ve ibadet özgürlüğüne daraltılıyor ve ilkenin eşit önemdeki diğer unsuru olan dinin devlet işlerine ve politikaya karıştırılamayacağı hükmünü ihlal ediyor. Teklifin genel gerekçesinde, laiklik ilkesi “her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tâbi kılınmaması anlamına gelir” şeklinde tanımlanarak, bunun devlete verdiği negatif yükümlülüğe atıf yapılıyor. Laiklik ilkesinin en önemli unsuru olan devlet ve din işlerinin birbirinden ayrılmasına dair ise herhangi bir referans verilmiyor. Dahası, “dini inancı sebebiyle” “kadının başını örtmesi” gibi ibarelerle devletin belli bir dinin yorumlarıyla yapacağı düzenlemeler Anayasa’ya sokuluyor. Oysa, Anayasa’nın Başlangıç kısmında “lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı” ifadesi yer alıyor. Bu haliyle, laiklik ilkesi en önemli anlamından ve unsurundan koparılmış olarak bir Anayasa metnine giriyor.
Kadınların dini kıyafetlerini sadece bir dini inancı ve hatta o inancın bir yorumunu referans alarak yapıyor ve diğer inançlara karşı ayrımcılık oluşturduğu gibi Anayasal laiklik ilkesini de ihlal ediyor.
“Başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı” ibaresiyle, sadece başörtüsünün altında da başörtüsüne uygun biçimde giyinen yani “ve” bağlacı ile ifade edilen her iki durumu da karşılayan kadın kıyafetlerini düzenliyor.
Kadınların sadece dini inanca dayalı kıyafetlerini hukuki koruma altına alıyor, bunun dışındaki dini inanca dayanmayan baş örtme ve tercih edilen kıyafetleri ise bu güvencenin dışında bırakıyor. Devletin kadınların dini inanç nedenine dayanmayan bütün kıyafetlerini sınırlayıcı veya yasaklayıcı tedbirler almasının yolunu açıyor. Bu tehdit, teklifte açıkça “Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dini inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.” şeklinde ifade ediliyor. Üstelik devletin alabileceği bu tedbirler, tüm kamu ve özel sektör hizmetlerinin sunumu ve hizmet alımını da kapsayan tüm toplumsal yaşamı kapsayacak sınırsız bir alanı kaplayacak şekilde düzenleniyor ve tek istisna olarak dini inanç belirtiliyor. Kısacası, dini inançla bağlı kıyafetlere mutlak bir dokunulmazlık, karışılmazlık getirilirken; devlete bunun dışındaki tüm kıyafetlere sınırsız müdahale, sınırlama, yasaklama, belli kıyafetleri zorunlu kılabilme yetkisi veriliyor.
Anayasa değişikliği teklifi sadece kadınların kıyafetlerini içeriyor, erkeklerin kıyafetlerine ilişkin herhangi bir düzenleme getirmiyor. Cinsiyet ayrımcılığı yapıyor ve kadın bedeni üzerinden yapılan cinsiyetçi tahakkümü Anayasa’ya taşımayı hedefliyor. Bu yönüyle cinsiyetçi olduğu gibi, teklifin kabul edilmesi durumunda, eşitlik ilkesi ileri sürülerek erkekler için de sınırsız bir kılık kıyafet ve hatta yaşam tarzı korumasının da getirilmesinin, yani erkekler için de kamu hizmeti sunumunda sarık, cübbe gibi kıyafetlerin de serbestliğinin önünü açıyor. Kısacası, gelecekte hem kadın, hem erkeklerin, yani tüm toplumun tek bir dini inancın, tek bir yorumuna dayanan kıyafetlere büründürülmesi tehlikesini içeriyor.
Teklif, “Hiçbir kadın dini inancı sebebiyle tercih ettiği kıyafetinden dolayı...”, “hiçbir surette yoksun bırakılamaz” ve “hiçbir surette engellememek şartıyla” ifadeleri ile son derece geniş ve riskli bir düzenleme ve uygulama alanı açıyor. Başörtüsü serbestliği ötesinde, yetişkin kadınlar için kimlik tespiti sorunları yaratacak, peçeden burkaya her türlü kıyafetin kamu ve özel sektör gibi her alanda hem hizmet alırken, hem hizmet sunarken kullanılmasının serbest olması riskini taşıyor. Kimliklerde kullanılacak fotoğraflar dahil birçok alanda yeni ve kutuplaştırıcı tartışmalar doğurması riskini taşıyor.
Teklifte yaş belirtilmediği için kadınların dini kıyafetlerinin “hiçbir surette engellenememesi” ibaresinin kız çocuklarının da peçe ve burka dahil dini kıyafetlerle okullaştırılmasının da önünü açıyor.
Gerek kamu gerekse özel sektör için, kadınların “alınan ve verilen hizmetin gereği” nasıl giyineceklerini belirlemeyi ve bunun için tüm tedbirleri almayı devletin yükümlülüğü olarak belirliyor. Devlete, toplumsal yaşamın bütün alanlarında kadınların nasıl giyineceğine yönelik sınırsız bir alanı belirleme yetkisi veriyor; yeni kıyafet tartışmalarının önünü açıyor. Ayrıca, hizmet verirken de alırken de dini gerekçelerle tercih edilen kıyafetler konusunda tamamen keyfi ve denetimsiz bir alan yaratıyor, birçok meslekte karmaşaya neden olma riskini doğuruyor.
Teklifteki “Hiçbir kadın dini inancı sebebiyle tercih ettiği kıyafetinden dolayı...”, “hiçbir surette yoksun bırakılamaz” ve “hiçbir surette engellememek şartıyla” ibareleri, korunması öngörülen dini inanç açısından mutlak bir dokunulmazlık, sınırlanamazlık getiriyor. Oysa ki, ifade özgürlüğü ve hatta yaşam hakkının bile belli sınırları vardır. Bu sınırlar hem anayasalarda hem de uluslararası sözleşmelerde açıkça belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı13. Maddesi bu sınırları şöyle düzenlemektedir:
“MADDE 13.- Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”
24. Maddede yapılmak istenen değişiklik,13. Maddede her bir temel hak maddesinin kendisinde belirtilen sınırlamaların da “kadınların dini kıyafetleri söz konusu olduğunda uygulanmayabileceği kaotik bir ortam yaratma riski taşımaktadır.
Kaldı ki, Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü” başlıklı 9. Maddesi’nin 2. Fıkrası bu özgürlüğün sınırlarını şöyle düzenlemektedir:
“Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir.”
Dolayısıyla “hiçbir surette yoksun bırakılamaz” ve “hiçbir surette engellenemez” gibi ibareler Anayasa ile çeliştiği gibi AİHS’in 9/2 fıkrasını da yok saymaktadır.
İş sağlığı veya güvenliği konusundaki tedbirler ile dini inanç çakıştığında dahi dini inancın gereğinin öncelenmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliği hükümlerinin özellikle kadın işçiler için uygulanmaması riskine kapı açıyor. Bu risk, madde gerekçesinde “Bu kıyafet iş sağlığı veya güvenliği, ya da markalaşma amaçlarıyla belirlenebildiği gibi yürütülen faaliyetin niteliğinin icap ettirdiği başka meşru amaçlarla da belirlenebilmektedir” şeklinde yer alıyor.
Sonuç olarak kadınlara karşı sokakta, evlerinde, iş yerlerinde, sahnelerde, billboardlarda, filmlerde, dizilerde “edepli”, "ahlaklı" giyinmedikleri bahane edilerek, boyutları ve kapsamı gittikçe artan baskıları, saldırıları, sözlü ve fiziksel şiddeti daha da artırma tehlikesi taşıyor. Devletin de bu konuda başörtülü başörtüsüz tüm kadınların kıyafetlerine sınırlayıcı müdahaleler yapmasının Anayasal dayanağı oluşturuluyor.
“Hiçbir kadın…- dini inancı sebebiyle – başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı kınanamaz…” cümlesindeki “kınanamaz” ifadesi; başörtüsünü, dini kıyafet “tercih iradesini”, dinin farklı yorumlarını, konuya ilişkin farklı görüşler ile toplumsal tartışma/uzlaşma zeminini ve ifade özgürlüğünü kısıtlama riskini taşıyor. Böylece kadınların kıyafetlerine ve kıyafetle doğrudan ya da dolaylı olarak bağlantılı dinsel konularla ilgili görüşlerin veya buna karşı yapılan müdahalelere ve hatta işlenecek suçlara dair ifade özgürlüğünü ve itiraz hakkını yasaklamanın yolunu açıyor.
Anayasa’nın 41. Maddesine yönelik değişiklik önerisi; kadınları baskı altına alma, eşitsizlikleri, ayrımcılığı ve nefret söylemini meşrulaştırma teklifidir.
Teklif ile 41. maddenin adına “evlilik birliği” eklenmesi yapılmakta ve 1.Fıkrası’nın şu şekilde düzenlenmesi teklif edilmektedir:Aile Türk toplumunun temelidir. Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve…”
Bu teklif, Medeni Yasa’nın evlilikle ilgili maddelerinin lağvedilmesi ve erkek çokeşliliğinin önünü açma riskini barındırmaktadır, çünkü:
LGBTİ+ evlilikler yasaklanarak evlilik eşitliği ve çeşitliliğine karşı Anayasal bir yasak getiriliyor. Anayasa eliyle ayrımcılık kurumlaştırıyor.
LGBTİ+ varoluşunu yok sayan, LGBTİ+lara karşı yaratılan ve tırmandırılan düşmanlığı kalıcı hale getirme ve halkın bir kesimini göz göre göre şiddet ve ayrımcılıkla örülü bir hayata mahkum etme girişimi anlamına geliyor.
Kaldı ki, Medeni Kanun’un 134. Maddesi, “Birbiriyle evlenecek erkek ve kadın” ifadesiyle yapılmak istenen değişikliği hali hazırda karşılıyor. Buna rağmen Anayasa’da da bir düzenleme yapılmak istenmesi bir yandan seçimler için yatırım ve oy toplama kaygılarına işaret ediyor; bir yandan da iktidar bloğunun LGBTİ+ varoluşa yönelik nefret politikasını geniş kitlelere doğru yayma ve bu kesimler için bir linç ortamı yaratma çabalarını yansıtıyor.
Teklifteki, aile“…ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir”ifadesi, fiilen bir aile tanımı yapıyor, böylece başka türlü ailelerin, örneğin çocuğu ile yalnız yaşayan kadın ya da erkeğin aile kabul edilmemesi ve böylece kadınların boşanmasını ya da yetişkin kadınların bekar yaşamasını zorlaştırıcı uygulamalara yol açma tehlikesini getiriyor.
Teklifin genel gerekçesinde,“insan tabiatına uygun bir birliktelikle, bu bağlamda iki aynı cinsiyetin yani kadın ve erkeğin evlilik yoluyla kurduğu aile” ifadesine yer veriliyor. Böylece “insan tabiatına uygunluk” ifadesi Anayasa’ya giriyor; böylece hiçbir bilimsel ve hukuk normuna sığmayan, bilimi ve eşitlik ilkesini tanımayan “fıtrat” anlayışına yasal meşruiyet sağlanmaya çalışılıyor. Bu da, kadınların ve erkeklerin “tabiatlarından” veya “fıtratlarından” kaynaklı farklılıklarına, rollerine, görevlerine yani eşitlik karşıtı girişimlere kapı açma riskini barındırıyor. Böylece kadınlarla erkekler arasında yaratılış farklılıklarına işaretle, eşitsizlik politika ve propagandaları için zemin hazırlanıyor. Aynı zamanda da cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği nedeniyle ayrımcılık ve nefret suçlarının önü açılıyor.
Madde değişikliğinin gerekçesinde, örneğin:Böylece aile ve evlilik kurumunun her türlü tehlike, tehdit ve saldırılar ile sapkın akımların dayatmalarına karşı korunması amaçlanmaktadır”, “aile yapısını korumak ve aileye yönelik her türlü tehlike, tehdit, saldırı, çürüme ve sapkınlığa karşı tedbir almak…”,“…sapkın akımların dayatmaları”gibi ifadeler yer alıyor. Genel ve madde gerekçelerindeki "sapkın akımlar", "çürüme", vb. nefret söylemi ifadeleriyle, LGBTİ+ varoluşa karşı nefret söyleminin Anayasanın bir parçası haline getirilmesini hedefliyor. Bu ifadeler, başta Anayasa olmak üzere, hiçbir hukuk metninde olması kabul edilemeyecek nefret söylemidir.
Medeni Yasa’da konuya ilişkin maddeler evlilik ifadesiyle tanımlanırken, “evlilik birliği” gibi bir kavramın kullanılmış olması, resmi nikah yapılmamış evliliklerin önünü açma riskini getiriyor.
Genel gerekçede "bir kadın ile bir erkeğin birbiriyle evlenmesiyle” ifadesi yer aldığı halde, madde düzenlemesinde “kadın ile erkeğin” şeklinde yer alması dikkat çekiyor. Bu haliyle yapılan evlilik tanımı erkek çokeşliliğinin önünü açma potansiyeli taşıyor.
Müzakere bile etmeyin çünkü;
Kadınların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren bir konuda değişikliğe gidilirken hiçbir kadın örgütünün görüşü alınmamıştır. Görüş alınması bir yana kadın ve LGBTİ+ örgütler susturulmaya çalışılmaktadır. Esas öznelerini dışarıda bırakarak hazırlanmış olması, teklifi müzakere etmeyi reddetmek için tek başına bile yeterli bir sebeptir.
Bu teklife ‘evet’ demek, Anayasa’yı defalarca ayaklar altına alan iktidarın hukuka saygısızlığını onaylamak anlamına gelir.
Fiilen yok sayılmakta olan laiklik ve eşitlik ilkelerinin topyekûn ortadan kaldırılmasına giden yolun taşlarını böyle bir iktidarla beraber döşemek demektir.
Kadınlara “siyasi rehine” olarak davranan iktidar bloğu ile aynı düzlemde siyaset yapmak, kadınları siyasal rehine olarak kullanmak ve can güvenlikleri de dahil olmak üzere tüm temel haklarına yönelik saldırıların önünü açmak demektir.
Anayasa’nın fiilen uygulanmadığı, yargının sadece muhalifleri tutuklayıp hapse atarak korkutma ve yıldırma aracına dönüştürüldüğü bir ortamda Anayasa hiçbir şekilde konuşulamaz.
Temel haklar referandum konusu yapılamaz. Din, inanç ve ibadet özgürlüğü, laiklik, eşitlik ve ailede eşitlik kavramları gibi temel haklar referandum ile tartışmaya açılamaz.
Kadınların kıyafetine ilişkin düzenlemelerin yeri anayasalar değildir. Anayasalar insanların kılık kıyafeti ile uğraşmazlar.
Eşitlikten ve laiklikten vazgeçmeyeceğiz.
Kadınlar olmadan kadınların hayatları hakkında karar verilmesine izin vermeyeceğiz.
Müzakerelere Katılmayın.
Komisyon görüşmelerine de Meclis oylamasına da katılmayı topluca reddedin.