Yılın on birinci, diğer ifadeyle sondan önceki ayına ilişkin ‘Medya İzleme Raporu’muzda; her ay olduğu gibi gazetecilere yönelik, soruşturmalardan yargılamalara, gözaltı, tehdit ve erişim engellerine kadar yaşanan tüm baskılar yer alırken, iki konu Kasım ayıyla sınırlı kalmayıp gelecek aylarda da sıklıkla konuşacağımız nitelikleriyle öne çıktı.
Özünde birbiriyle bağlantılı bu konulardan ilki, başta gazeteciler olmak üzere basın, ifade ve düşünce özgürlüğü savunucularının ısrarla karşı çıktığı 7418 nolu Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun isimli, ‘sansür yasası’ olarak tanımladığımız yasal düzenlemenin ilk uygulamalarıydı. Yasa’nın 29. maddesi aracılığıyla Türk Ceza Kanunu’nun 217. maddesi kapsamında ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ başlıklı yeni bir suç ihdas edilerek, tamamı muğlak kriterlerle sansür uygulamalarına meşruiyet kazandırılmak amaçlanmıştı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun uyuşturucu kullanımı ve satışının arttığı, kullanımın çok küçük yaşlara kadar indiğine ilişkin açıklamalarıyla, Tunceli’de yayın yapan Tunceli Emek gazetesinde “Tunceli’de Beş Adet Portatif Tuvalet İçin Resmi Açılış Töreni Düzenlendi” başlığıyla yayınlanan haberden kaynaklı Gazete’nin İmtiyaz Sahibi Hüsniye Karakoyun ile Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mahmut Karakoyun hakkında söz konusu ‘Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ suçlamasıyla işlem yapıldı. Emniyet Genel Müdürlüğü, Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarının, gerçeği aykırı olduğunu ileri sürerek savcılıktan işlem başlatılmasını talep ederken, Tunceli Emek gazetesi yöneticilerine yönelik gerçekleştirilen adli süreç, savcılığın ‘takipsizlik’ kararıyla sonuçlandı. Bir siyasi parti liderinin toplumsal bir soruna dikkat çekmesi ve bunu belli verilere dayalı olarak aktarmasıyla, Tunceli’de yapılan resmi bir açılışı eleştirel yönden görerek haberleştiren yayın organına yönelik bu keyfi uygulamalar; yasanın, iktidar mensuplarının ifade ettiğinin aksine doğrudan düşünce ve ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünü hedef alacağının kanıtları oldu.
İstanbul Taksim’de 13 Kasım günü yaşanan bombalı saldırının ardından basına ve sosyal medyaya yönelik alınan kararlar da geçen ay birçok tartışmaya neden oldu. Saldırı sonrası ilk olarak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Kültür ve Turizm Bakanlığının başvurusu üzerine hızla yayın yasağı getirdi; ardından Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) sosyal medya platformlarına yönelik bant daraltma uygulamasına gitti; aynı gün içinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör Suçları Soruşturma Bürosu, patlamaya ilişkin “olumsuz haberler” paylaştıkları iddiasıyla bazı sosyal medya hesaplarına yönelik soruşturma başlattı. Basın ve yayın organları ile sosyal medyaya ilişkin yetkili tüm kurumlar, ellerindeki tüm ‘yetki’leri kullanarak, bombalı saldırıya ilişkin haberlerin yayınlanmasının önüne geçmek için adeta seferber oldu. Öyle bir durum oluştu ki, Türkiye’deki yayın organlarında bombalı saldırıya ilişkin sadece iktidar temsilcileri ile Emniyet yetkilerinin açıklamaları yer alırken yabancı kanallar aracılığıyla gelişmeleri ilişkin yeni ve farklı bilgilere ulaşılabildi. Dayanaklarından birini, ‘sansür yasası’ olarak ifade ettiğimiz düzenlemeden alan sosyal medya platformlarına ilişkin bant daraltma uygulamasının, hedeflendiğinin aksine vatandaşların manipüle edilmesine daha çok neden olurken, bağımsız kaynaklardan bilgi edinilememesi nedeniyle saldırıya ilişkin yeni yeni soru işaretleri oluştu. Taksim saldırısı sonrası ‘tedbir’ adı altında alınan önlemler, bir kez daha gösterdi ki; siyasi iktidar, iktidarının bekasını, her türlü toplumsal faydanın üstünde tutmakta ve bu uğurda gerçeklerin gizlenmesini meşru saymakta.
Kasım ayında hem ‘sansür yasası’nın ilk uygulamaları hem de Taksim’deki bombalı saldırı sonrası basın ile ifade ve düşünce özgürlüğüne yönelik alınan kısıtlayıcı kararlar; siyasi iktidarın ve istisnasız hilafında kararlar alamayacak konumdaki devlet organlarının, Avrupa’da otoritenin kilisede olduğu, özgür ve bilimsel düşüncenin yok sayılarak skolastik düşüncenin hakim kılındığı Ortaçağ’a hasret duymaktadır. Özgürlükler çağında Ortaçağ baskıcılığının anlamı olsa olsa bindiği dalı kesmektir. ‘Sansür yasası’nı önümüzdeki günlerde görüşmesi beklenen Anayasa Mahkemesinin, yaşanan bu gelişmeleri de dikkate alarak daha fazla zaman kaybetmeksizin görüşmeleri gerçekleştirmesi ve yasanın iptaline karar vermesinin önemi daha da fazla artmıştır.