Haber: Mehmet Rebii Özdemir
(SAMSUN) – Samsun’un Atakum ilçesi önünde Atakum Milli Eğitim Müdürlüğüne duyurmak için Samsun Üniversiteli Gençler çocuk işçilerinin ölümüyle ilgili olarak MESEM uygulamasına karşı tepkilerini basın açıklamasıyla dile getirdiler.
Üniversiteli gençlerden Savaş Özger ve Betül Aksu yaptıkları basın açıklamasında şöyle dediler.
Basın açıklamasını ilk olarak Savaş Özger okudu.
“Türkiye’de başta en kötü biçimleri olmak üzere çocuk işçiliğinin önlenmesi temel hedefiyle 2 017-2023 yılları arasında “Çocuk İşçiliğiyle Mücadele Ulusal Programı (2017-2023)” uygulamaya konuldu ve bu çerçevede Başbakanlık Genelgesiyle 2018 yılı “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı” ilan edildi. Ancak bu ilan maalesef ki gerçeklikle uyuşmuyor. Bırakın çocuk işçilik ile mücadeleyi ne tam olarak çocuk işçi sayısı biliniyor ne de çocuk işçi ölümlerinin kaydı tutuluyor. Aksine çocuk işçilik devlet eliyle teşvik edilen ve kitleselleştirilen bir duruma getirildi. Öyle ki 2024 yılında bugüne kadar kaydettiğimiz en yüksek çocuk işçi ölümü meydana geldi, 71 çocuk hayatını kaybetti. Yine 2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesinin önemli bir yönünü de bu politika oluşturmaktadır ve sermayenin uluslararası politikasıyla paralel bir eğiliminin ifadesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “2023 yılında ülkemizdeki doğurganlık hızı 1,51 seviyesine gerilemiştir. Açıkça ifade etmek gerekirse, bu durum alarm vericidir. Türkiye açısından varoluşsal bir tehdittir. Her fırsatta yaptığımız en az 3 çocuk çağrısının ne kadar önemli olduğunu böylece tekrar görmüş oluyoruz.” çağrısı da güvencesiz emek havuzunun en önemli bileşeni olan çocuk işçiliğinin önemine vurgu yapmaktadır. Sermaye için ucuz (MESEM ile bedava) ve örgütsüz bir işçi kitlesini vazgeçilmez hale getirmektedir. Bu noktada Samsun Üniversite Öğrencileri olarak “çocukların ölmelerine, sakat kalmalarına, yaralanmalarına izin vermeyeceğiz, çocuklara yaşanılacak bir ülke bırakmak istiyoruz” diyen sendikalara, meslek örgütlerine, eğitim emekçilerine, demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere ve tüm işçi sınıfına, halkımıza bir çağrımız var: Hep birlikte mücadele edelim! 2025 yılını çocuk işçiliği ile mücadele yılı ilan etmeliyiz. Her ne kadar ‘çocuk’ ve işçiyi birlikte kullanmak istemesek de 'çocuk işçilik' bir gerçek. Öyle ki 10 yaşının altında çalışırken ölen çocuklar bile var. Tarlalarda, fabrikalarda, atölyelerde ve sokaklarda çalışan yüzbinlerce çocuk, işçi sınıfının bir parçasıdır. Bu anlamda 18 yaşını doldurmayan çalışan toplumun her üyesini “çocuk işçi” olarak görüyoruz. Çocuk işçiler yaşamımızın her alanında varlar. Son yıllara kadar özellikle tarımda yoğun bir çocuk işçi çalışıyordu. Çoğunluğu mevsimlik tarım işçisi olarak farklı şehirlere göç edip çadırlarda kalıyor ve en kötü koşullarda çalışıyordu. Bir kısmı ise aileleriyle birlikte sabahtan akşama kadar tarlasında çalışıyordu. Diğer yandan kentsel yoksulluğun bir sonucu olarak sokaklarda çalışan mendil satan, tartıcılık yapan, otomobil camı silen çocuklar vardı. Son dönemde ise kitleselleşen başka bir gerçeklik daha var. Bu da önce çırak ve kalfa adıyla çalışan şimdi ise MESEM adıyla devlet tarafından bizzat bedava emek olarak yönlendirilen metal, tekstil, kimya fabrikalarında veya inşaatlarda çalışan büyük, orta, küçük fark etmez kent merkezlerine yayılan yeni bir çocuk işçi kitlesi. AKP’nin hükümetinin 23. yılındayız. Bu dönemde hayata geçirilen tarım, sanayi, eğitim ve sosyal politikalar her geçen gün daha fazla çocuğun işçileşmesini beraberinde getirdi. Diğer yandan ise sanki “çocuk işçilik” yokmuş gibi bir hava verilerek bu sorun görünmez kılınmaya çalışıldı. Bu görünmez kılma politikası çocuk işçilik ölümlerinde de devletin açıkladığı verilerde gözükmektedir. 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul çocuk yaşta okulu bırakıp çalışmak zorunda kaldığı iş yerinde hayatını kaybetti. Arkadaşlarıyla oyun oynayıp okuluna gitmesi gereken yaşta, bir iş cinayetine kurban gitti. Memlekette ne çocuklar çocukluğunu yaşayabiliyor, ne gençler gençliğini. Halkı sürükledikleri derin yoksulluk, herkesin bir şekilde “geçinme” telaşıyla hayata tutunmaya çalışmasına neden oluyor.”
İkinci konuşan Betül Aksu ise şunları ifade etti.
“Abdurrahman’ın ölmesi sadece yoksulluğun değil, bu sistemin ve bu sistemi yaratanların da suçudur. İhmalin, denetimsizliğin ve vicdansızlığın sonucudur çocukların ölümü. Çocuklara siyaset sizin işiniz mi demeyi biliyorlar ama bu yaşta ağır işlerde neden çalışmak zorundasınız demeyi akıl edemiyorlar. Geçtiğimiz günlerde Atakum’da 17 yaşındaki lise öğrencisi Necip Fazıl Çırak, stajyeri olduğu firmanın elektrik işlerini yaptığı Çakırlar Korusu Mahallesi Şehit Nevzat Sokak'taki inşaatta seyyar merdivenle çalıştığı sırada ikinci kattan birinci kata düştü ve hayatını kaybetti. Necip Fazıl lise son öğrencisi olarak MESEM eliyle katledilmiştir. Necip’in de Abdurrahman’ın da katillerinden hesabı gençlik soracak. MESEM 2016 yılı sonuna kadar var olan ‘Çıraklık Eğitim Merkezleri’nin devamı niteliğindedir. Yani (4+4+4 modeliyle birlikte) eğitim sisteminin içine daha fazla entegre edilmiş ve kitleselleştirilmiş bir çocuk işçilik sisteminden bahsedebiliriz. MESEM kapsamında yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin olduğu açıklandı. Bu öğrencilerin yaklaşık 300 binini ise 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Yani çocuk işçilik “bir gün okulda dört gün işyerinde eğitim alma” uygulamasıyla meşrulaştırılıyor. MESEM aracılığıyla ortaokulu bitiren öğrencileri örgün eğitimden kopararak haftanın (resmi olarak) dört günü bedava işgücü olarak patronların sömürüsüne sunan MEB geçtiğimiz yaz döneminde “beceri geliştirme programı” adı altında 7. ve 8. sınıftan itibaren tüm öğrencilerin katılabileceği “zanaat atölyeleri” açtı. Eylül ayından itibaren ise on şehirde -İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum, Konya, Mersin, Rize, Samsun, Sivas ve Şanlıurfa- 196 okulda başlatılan pilot uygulamayla mesleki eğitim yaşı (12-13 yaşa) düşürüldü. Türkiye sanayisinin dünya pazarlarında, özellikle AB pazarında, var olmasının yegâne yolu ucuz işgücü ihracıdır. Bu noktada sermaye için çocuk işçilik elzem olarak görülmektedir. Çocuk işçilik ancak üretenlerin yönetmesi durumunda önlenebilir. Yoksa uluslararası sözleşmelerin imzalanması, hazırlanan programlar, AB ve ILO temsilcilerinin açıklamaları vb. bunlar siyasi iktidarın çocuk işçiliği engellemek yerine, halkla ilişkiler stratejisinin bir parçası olarak meşrulaştırma yolunu tercih ettiğinin ve çocuk işçiliğinin güvencesiz çalışmanın en önemli kaynaklarından biri olduğunun gizlenmesinin göstergesidir. Tam da bu noktada üç temel talebimiz var. Çocuk işçilik yasaklanmalı, mesleki öğrenim çocuk gelişimine uygun bir biçimde planlanmalı ve kamusal kurallar çerçevesi içinde olmalıdır. Eğitim her kademede parasız olmalı, müfredat bilimin ışığında ve yaşam ile bağı kuran bir şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Yaşam alanlarımız uyuşturucu ve çeteleşmeden temizlenmeli, çocukların gelişimine uygun bir hale (spor, sanat, kültürel etkinlikler vb.) getirilmelidir. Ancak bunları sistem içinde talep etmek tek başına bir anlam ifade etmiyor. Örgütlenmek, mücadele etmek ve direnmek gerekiyor. Şimdi, çocukları koruyacak adımları atmanın ve mücadelenin araçlarını yine çocuklarla birlikte oluşturmanın zamanıdır” dedi.