Haber: Mehmet Rebii Özdemir
(SAMSUN) – Elektrik Mühendisleri Odası Samsun Şubesi’nde düzenlenen basın toplantısında Başkan Adnan Korkmaz, enerji politikalarını değerlendirdi. Adnan Korkmaz, ABD ile imzalanan enerji mutabakatlarının kamusal çıkarlar yerine küresel enerji tekellerine hizmet ettiğini şu ifadelerle belirtti.
ABD ziyaretinde enerji mutabakatları
Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın ABD ziyareti sırasında enerji alanında da bir dizi görüşme gerçekleştirilerek, başta nükleer ve doğalgaz olmak üzere çeşitli anlaşmalara varıldığı ve mutabakat zaptları imzalandığı görülmektedir.
Ülkemizin enerji bürokrasisinin New York’ta düzenlenen 17. Türkiye Yatırım Konferansı Enerji Yuvarlak Masa Toplantısına katıldığı ve burada ABD’nin önde gelen enerji ve finans şirketlerinin temsilcileriyle görüştükleri bildirilmiştir. Bu toplantılarda doğalgaz ve elektrikte bölgesel bağlantılar güçlendirilerek Azerbaycan, Gürcistan ve Bulgaristan ile yeşil elektrik iletimi ve ticareti konusunda önemli adımlar atıldığı ifade edilerek, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye-Bulgaristan rotasından Avrupa’ya ulaştırılmasının hedeflendiği aktarılmıştır. Ayrıca doğalgazda Bulgaristan ve Yunanistan bağlantılarıyla Güneydoğu Avrupa ülkelerinin enerji arz güvenliğine katkı sağlanacağına vurgu yapılarak, 2025 yılında Suriye’ye ve Nahcivan’a gaz tedarikine başlanacağı ifade edilmiştir.
Yatırımcı aranan bu toplantılarda Dünya Bankasının Operasyonlardan Sorumlu İcra Direktörü Anna Bjerde, enerji tekelleri Hartree ve Chevron Eurasianın yetkilileriyle görüşmeler gerçekleştirildiği basına yansımıştır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Bayraktar`ın "Yenilenebilir enerji, elektrik iletim ve dağıtım altyapısı, nükleer, doğalgaz ve kritik mineraller konularında iş birliği imkânlarını değerlendirdik..." şeklindeki sözleri görüşmelerin içeriğini özetlemektedir.
LNG ve doğalgaz anlaşmaları
Aynı temaslar kapsamında BOTAŞ ile ABD’li Mercuria arasında her yıl yaklaşık 4 milyar metreküp olmak üzere 20 yılda toplam 70 milyar metreküp doğalgaz eşdeğeri LNG tedariki anlaşması yapıldığı görülmektedir. Anlaşmayla ağırlıklı olarak kış aylarında ABD’den doğalgaz ithal edileceği anlaşılmaktadır. 2026-2045 yıllarını kapsayan anlaşma kapsamında BOTAŞ, LNGyi ABD yükleme limanları ile Türkiye, Avrupa ve Kuzey Afrika’daki gazlaştırma terminallerinde alabilecek. Ayrıca aynı gün bir başka ABD`li şirket olan Woodside ile BOTAŞ arasında uzun dönemli bir ön anlaşma da imzalanmıştır.
Anlaşma ile tarafların, 2030 yılından itibaren 9 yıl süreyle yaklaşık 5,8 milyar metreküplük LNGnin, çoğunlukla Louisiana LNG Projesinden olmak üzere, BOTAŞ`a tedarik edilmesi konusunda ön mutabakata vardığı kaydedilmiştir.
Nükleer enerjide ABD ile işbirliği
Nükleer enerji konusunda da 25 Eylül 2025 tarihinde ABD ile bir iş birliği zaptı imzalandığı anlaşılmakta ve Beyaz Sarayda imzalanan söz konusu Stratejik Sivil Nükleer İş Birliği Mutabakat Zaptıyla iki ülke arasında sivil nükleer enerji alanında iş birliği yapılacağı ifade edilmektedir.
Bu tip “Mutabakat Zaptı” olarak nitelendirilen belgelerin somut ve bağlayıcı anlaşma metinleri olmamasına rağmen, Akkuyu’da Rusya’ya kurdurulan nükleer santralin bir benzerinin bu kez ABD`ye kurdurulmak istendiği söylenebilir.
Bu tür belgelerin sonraki teknik anlaşma, kontrat veya uygulama adımlarına zemin oluşturmak amacıyla hazırlandığı göz önüne alınırsa, ülkemizin bu kez de ABD’nin sahibi olacağı bir santrala ev sahipliği yapacağı ve verilecek alım garantisi ile kamu kaynaklarının Rusya’ya olduğu gibi bu kez de ABD`ye aktarılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır.
Enerji politikası dışa bağımlılığı derinleştiriyor
Böylelikle ülkemizin enerji politikasının dışa bağımlılığı azaltmak ve yerli kaynaklara kamusal yatırım yapmak yerine küresel ölçekteki enerji tekelleri arasında bir denge kurmaya dayalı olarak şekillendirilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Geçmişte Rusya ile yapılan “al ya da öde” anlaşmalarıyla şekillendirilen doğalgaz bağımlılığı, bu kez okyanus ötesinden yeni bir kaynakla çeşitlendirilerek pekiştirilmeye çalışılmaktadır.
Atıl üretim kapasitesi ve yanlış enerji politikası
Doğalgaz ve nükleer santrallara verilen alım garantileri nedeniyle bugün ülkemizde atıl bir üretim kapasitesi vardır. Bu gerçek, yerli ve yenilenebilir kaynaklara dayalı santralların yaygınlaşmasındaki en büyük engeldir.
Sınırları içindeki nükleer, kömür gibi sorunlu kaynaklara dayalı elektrik üretim tesislerini tasfiye eden Avrupa ülkelerinin arz güvenliğini sağlamak için Türkiye`nin seferber olması ve yatırımcı arayışı, açıkça yanlış ve yıkıcı bir enerji politikasının derinleştirilmeye çalışıldığını göstermektedir.
Türkiye “Enerji bölgesi”ne dönüştürülüyor
Türkiye`nin mevcut kurulu gücü, ülkenin ihtiyaçlarının oldukça üzerindedir ve bu kapasitenin önemli bir bölümü yıllar içerisinde yanlış politikalarla fosil yakıtlara dayalı olarak şekillendirilmiştir.
Uluslararası enerji politikaları kapsamında Türkiye’ye biçilen yeni rol ise, ülkemizi bir “enerji bölgesi” ve “dağıtım merkezi” haline getirmektir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin kendi enerji ihtiyacından ziyade, daha yüksek enerji talebi bulunan ülkelere kaynak aktarımına odaklanmaktadır.
Hatırlanacağı üzere yaklaşık bir yıl önce açıklanan Enerji Bakanlığı`nın 2035 “vizyonunda” da ülke kurulu gücünün iki katı kadar bir iletim ve üretim altyapısı hedeflendiği açıklanmıştı.
Bütün bu gelişmeler Türkiye`nin doğal kaynaklarının ve kültürel değerlerinin tahribatı pahasına, ülkemizin küresel enerji ağlarında bir dağıtım üssü olarak konumlandırılmasının hedeflendiğini göstermektedir. Enerji politikalarımızın toplumun gerçek ihtiyaçlarından çok uluslararası sermaye ve enerji tekellerinin çıkarlarına hizmet etmesi kabul edilemez.
“Enerji bağımsızlığı kamucu modelle sağlanabilir”
Dünya Bankası ve enerji tekelleri ile gerçekleştirilen bu görüşmeler ve uzun vadeli “al ya da öde” tip anlaşmalar, zaten çok sınırlı olan enerji bağımsızlığı imkanımızı da toptan riske atacak niteliktedir.
Farklı siyasi ihtiyaçları karşılamak, sıcak nakit akışını sağlamak gibi günübirlik politikaların uzun vadeli sorunlar yarattığı, yurttaşların alım gücünün çok üstünde sonuçlar doğurduğu ortadadır.
Elbette Rusya`ya olan bağımlılığın azaltılması ve kaynak çeşitliliğinin sağlanması ülkemiz için hayati önemdedir. Bunu sağlayabilmemizin tek koşulu, kamusal bir planla yerli teknoloji de geliştirerek yenilenebilir kaynaklara yatırım yapmaktır.
Rusya’ya sağlanan imtiyazların benzerlerinin ABD’ye de verilmesiyle çözüm sağlanmayacağı ortadadır.
Ekonomik sorunlarımız uluslararası tefecilerin sözcüsü konumundaki Dünya Bankası, IMF gibi kuruluşlarla çözülemez; enerji bağımsızlığı için kamunun doğrudan yatırım yaptığı kamucu modele geri dönülmesi gerekir.
Pahalı enerjinin enflasyon ve ekonomi üzerindeki yükünü düşürmek için, üretimden dağıtıma kadar tüm süreçleri yönetecek dikey entegre bir kamu tekeli yeniden kurulmalıdır.