Hakan, İstanbul Esenyurt’ta evine giderken motosikletli iki saldırgan tarafından hedef alındı. Sokak ortasında yere düşürüldü, darp edildi ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Failler kısa sürede gözaltına alındı ve tutuklandı; fakat asıl soru hâlâ yanıtlanmamış: Bu saldırı yalnızca iki gencin işi miydi, yoksa arkasında yönlendiren güçler ve örtülmüş çıkar ilişkileri var mıydı?
Bu saldırı, sadece bir cinayet değil, meslektaşlarımıza, gazeteciliğe ve toplum vicdanına gönderilmiş bir mesajdır. “Susacaksınız, korkacaksınız, geri çekileceksiniz.” Diyebilirler. Ama gerçek gazetecilik korkuyla susturulamaz. Hakan Tosun’un adı, yaşam mücadelesi ve haberleri ile bu topraklarda hâlâ yankılanıyor.
Çevre, doğa ve kent konularında haber yapan gazeteciler, Türkiye’de hâlâ risk altındadır. Hakan, şehirlerimizdeki yıkım projelerini, şirketlerin çıkar çatışmalarını ve doğanın tahribatını belgelemişti. Bu haberler, bazı çevreleri rahatsız etmiş olabilir. Ama bu rahatsızlık, bir insanın hayatına mal olacak kadar ileri gidemez. Bir gazeteci sokak ortasında dövülerek öldürülüyorsa, bu sadece bireysel bir saldırı değildir; gazeteciliğe, demokrasiye ve kamusal bilince yapılmış bir saldırıdır.
Hakan Tosun’un ölümünü anlamak için sadece saldırganların eylemini görmek yetmez. Kamera kayıtlarının akıbeti, soruşturmanın gizliliği ve adli süreçteki belirsizlikler, hepimizi düşündürmeli. Adalet, sadece failleri tutuklamakla sağlanmaz; arkasındaki yönlendiren güçlerin açığa çıkarılması gerekir. Bu, basın özgürlüğü ve toplum vicdanının sağlığı için kritik önemdedir.
Herhangi bir gazeteciyi hedef almak, toplumun gözleri önünde hakikati susturmak isteyenlerin cesaretidir. Ancak Hakan, sadece bir meslektaş değil, aynı zamanda doğaya, kente, yaşam alanlarına sahip çıkan bir sesin temsilcisiydi. Bu sesi susturmak mümkün değildir. Onun belgeselleri, haberleri ve mücadeleleri, gözler önünde devam edecektir.
Hakan’ın ölümünden çıkarılacak ders açıktır: Gazetecilik hâlâ riskli bir meslektir ve susturulmak istenen sesler vardır. Ama bu sesleri duymazdan gelmek veya onları unutturmak, suçu daha da büyütür. Hakan’ın mücadelesi, bu topraklarda haberciliğin ve çevre savunuculuğunun simgesi olarak kalacaktır.
Sorulması gereken temel sorular şunlardır: Bu saldırının arkasında hangi güçler vardı? Soruşturma yeterince şeffaf mı yürütülüyor? Basın özgürlüğü, kamu vicdanı ve çevre mücadelesi bu ülkede hâlâ korunabiliyor mu? Hakan’ın sesi artık fiziksel olarak susturulmuş olabilir, ama geride bıraktığı haberler, belgeseller ve mücadelesiyle bu topraklarda yankılanmaya devam edecektir.
Bir gazeteciyi sokak ortasında öldürmek, sadece bir cinayet değil, toplumun görmesini istemedikleri gerçeğe karşı bir tehdittir. Ama unutulmamalıdır ki, gerçek her zaman görünür, bir şekilde kendini gösterir. Hakan’ın hayatı ve gazeteciliği, cesaretin, doğruluğun ve yaşam savunusunun sembolü olarak kalacaktır.