Bir ömür çalıştık.
Sabahın köründe kalktık, gecenin karanlığında eve döndük.
Yağmurda, çamurda, sıcakta, soğukta…
Prim ödedik, vergi verdik, sabrettik.
“Şimdi değilse sonra”, “bugün değilse emeklilikte” dedik.
Şimdi soruyorum; kendime, bu ülkeye, bu düzene:
“Bir ömür çalıştık, yoksulluğa mı emekli olduk?”
Bu soru bir afişten, bir miting kürsüsünden değil; mutfaktan geliyor. Tencerenin altını kısarken, markette etikete bakıp ürünü geri koyarken, eczanede ilacı yarım doz kullanmayı düşünürken soruluyor. Yani bu soru teorik değil, hayati.
Ben bir emekliyim. Yazdıklarım rakam değil, yaşanmışlık. En düşük emekli aylığıyla ayakta durmaya çalışan milyonların içinden konuşuyorum. “Geçinemiyoruz” demek artık eksik kalıyor. Çünkü mesele sadece geçim değil; mesele insanca yaşama hakkı.
Bugün emeklilik, dinlenmenin adı değil. Bugün emeklilik, sürekli hesap yapmanın, sürekli kısmak zorunda kalmanın, sürekli ertelemenin adı. Ayın kaçı geldi, maaş ne zaman bitti, hangi fatura bekleyebilir, hangi ihtiyaç yok sayılabilir… Emeklinin hayatı artık sosyal planlarla değil, zorunlu vazgeçişlerle örülü.
“Emekli sabretsin” deniyor.
“Biraz daha dişini sıksın.”
“Şartlar zor.”
Soruyorum: Emekli daha ne kadar diş sıkacak?
Zaten bir ömür sıkmışken…
Bugün emekli maaşı, bir hak olarak değil; neredeyse bir yardım gibi sunuluyor. Oysa bu maaş, bir lütuf değildir. Emekli aylığı, yıllarca ödenmiş primlerin, alın terinin, ertelenmiş hayatların karşılığıdır. Yani emekli, sadaka almıyor; kendi parasını alıyor.
Ama gelinen noktada “en düşük emekli aylığı” ifadesi, gerçeği açık ediyor: Bu ülkede artık en düşük hayat standardı resmileştirilmiş durumda. Emekliler arasında bile derin bir uçurum var. Bir yanda “idare edebilenler”, diğer yanda ayın ortasını bile göremeyenler. Ve en altta, sadece nefes alabilenler…

“Gelirde adalet, yaşamda onur istiyoruz.”
Bu cümle radikal değil.
Bu, bir toplumun asgari vicdan eşiği.
Bir ülkede emekli ucuz ekmek kuyruğundaysa, mesele sadece ekonomi değildir. Bir ülkede emekli torununa harçlık veremiyorsa, orada sadece bütçe değil, toplumsal bağlar da kopmuştur. Çünkü emekli sadece maaş alan biri değildir; emekli, bu ülkenin hafızasıdır, geçmişidir, taşıyıcı kolonu.
Bugün emekliler hâlâ erken kalkıyor. Ama işe gitmek için değil; kuyruğa yetişmek için…
İndirimli ürün kuyruğuna, eczane kuyruğuna, fatura ödeme kuyruğuna…
Bir ömrün sonunda varılan yer bu olmamalıydı.
“Bir emeklinin en büyük lüksü bugün et almak değil, utanmadan borç istememektir.”
Bu cümle abartı değil, acı bir gerçektir.
Eskiden emekliler çocuklarına destek olurdu. Bugün çocuklarına yük olmamak için susuyorlar. Işığı daha erken kapatıyor, evi daha az ısıtıyor, sofrayı daha sessiz kuruyorlar. Hayattan tasarruf ediyorlar. Ama hayat, tasarruf edilecek bir şey değildir.
Bu yazı sadece bugünün emeklileri için yazılmadı. Bugün çalışan herkes, yarının emeklisidir. Bugün emekliye reva görülen, yarın çalışanın kapısını çalacaktır. O yüzden emeklilerin sesi, sadece bir şikâyet değil; bir uyarıdır.
“Emekli susarsa, toplum çürür.”
Ve artık şunu açıkça söylemek gerekiyor:
Bu ülkede emeklinin yoksulluğu bir tesadüf değil, sonuçtur. Yanlış tercihlerin, adaletsiz paylaşımın, görmezden gelmenin sonucudur. Emekliyi yok sayan her politika, aslında toplumun geleceğini de yok saymaktadır.
Yılın son günlerindeyiz. Herkes hesap yapıyor. Ben de bir emekli olarak yılın muhasebesini yapıyorum. Cebimdeki parayı değil; hayattan eksilenleri sayıyorum. Eksilen sadece para değil. Eksilen güven, eksilen saygı, eksilen umut…
Ama şunu da net söyleyeyim: Emekliler sadaka istemiyor. Emekliler lütuf beklemiyor. Emekliler sadece haklarını istiyor. Yani yıllarca çalışarak zaten ödediklerini geri istiyorlar.
“Fakirlik kader değildir.”
Hele emekli için hiç değildir.
Artık şu gerçeği kabul etmek zorundayız:
Emekliyi yoksulluğa mahkûm eden bir düzen, sadece emeklileri değil, toplumsal vicdanı da iflas ettirmiştir. Bu, “imkân meselesi” değil, tercih meselesidir. Ve bu tercihin bedelini her gün mutfakta, pazarda, eczanede emekliler ödüyor.
Bir ülke, emeklisine bakarak anlaşılır. Çünkü emekli, o ülkenin geçmişidir. Geçmişine bu kadar hoyrat davranan bir ülkenin geleceği de güvende değildir. Bugün emekliyi yok sayan anlayış, yarın çalışanın da kapısını çalacaktır.
Bu yazıyı bir temenniyle bitirmiyorum. Bir tespit ve bir itirazla bitiriyorum:
Emekli yük değildir.
Emekli fazlalık değildir.
Emekli bu ülkenin emeğidir.
Ve bu emeği yoksullukla ödüllendiren her anlayış, tarihe not düşülmelidir.
Soruyu bir kez daha, bu kez daha yüksek sesle bırakıyorum:
“Bir ömür çalıştık, yoksulluğa mı emekli olduk?”