Bugün Ankara Adliyesi’nde görülen dava, sadece hukuki bir tartışmadan ibaret değil; aynı zamanda Türkiye siyasetinin nasıl bir yol ayrımına geldiğini de gözler önüne seriyor. Cumhuriyet Halk Partisi’nin içine çekildiği “kayyım” ya da “butlan” tartışmaları, aslında iktidarın muhalefeti dizayn etme çabasının yeni bir halkasıdır.
Son yıllarda ülkenin birçok yerinde belediyelere kayyım atandığına şahit olduk. Sandıkta halkın iradesiyle gelen belediye başkanları, çoğu zaman sudan gerekçelerle görevden alındı. Bugün CHP’nin adliye koridorlarında yaşadığı süreç de bu pratiğin siyasal bir devamı gibi görünüyor. Sandıkta elde edilemeyen üstünlüğün, mahkeme salonlarında aranması tesadüf olmasa gerek.
Davanın özüne bakıldığında, partinin iç işleyişine dair hukuki kılıflar üzerinden yürütülen bir tartışma var. Ama bunun ötesinde asıl mesele, muhalefetin nefesini daraltmak ve CHP’yi kendi gündemine hapsederek toplumsal muhalefeti etkisizleştirmek. Adliye kapılarında sürüklenen bir partinin, sahada halkla güçlü bağ kurması zorlaşır. İşte tam da bu nedenle dava, sadece bir parti içi mesele değil; demokrasiye yönelen sistematik baskının başka bir yüzü.
Öte yandan CHP’nin de bu süreci doğru okuyup, kendi iç bütünlüğünü koruması hayati önem taşıyor. Parti, mahkeme salonlarından çıkacak kararlara sıkışmamalı; asıl olarak sokaktaki yurttaşın iradesine yaslanmalı. Çünkü unutmayalım: Ne kayyım kararları, ne de butlan tartışmaları, halkın vicdanında meşruiyet yaratmaz. O meşruiyetin tek kaynağı, sandıktır.
Bugün adliyede yaşananlar, yarın ülkenin demokrasi mücadelesinde önemli bir dönüm noktası olarak anılabilir. Ya hukuk kisvesi altında siyasetin daha da kuşatıldığı bir dönem başlayacak, ya da muhalefet bu baskıyı göğüsleyip yeni bir çıkış yolu bulacak.
CHP’nin önünde duran soru nettir: Tarihi mirasına yakışır biçimde halkın iradesini savunacak mı, yoksa yargı yoluyla kurulan bu oyunlara hapsolmayı mı kabullenecek?