Bir ülkenin ilacı tükendikçe umudu da eksiliyor
Bir baba, çocuğunun ateşini düşürecek şurubu bulmak için gecenin bir yarısı üç eczane dolaşıyor.
Yaşlı bir kadın, tansiyon ilacını almak için sıraya giriyor ama eczacı çaresizce başını iki yana sallıyor: “Yok.”
Eczanenin ışıkları yanıyor, raflar dolu görünüyor ama ilaçlar yok. Ve belki de en tehlikelisi: umudun da yavaş yavaş tükendiği bir dönemdeyiz.
Türkiye’nin dört bir yanında eczaneler “nöbette”, ama artık sadece hastalar için değil; sistemin çöküşüne karşı da nöbetteler. Her gün bir başka eczacı, “İlacı bulamamanın tedirginliğiyle nöbet tutuyoruz,” diyor. Raflardaki boşluk, aslında bir ülkenin sağlık politikasındaki derin yarayı gösteriyor.
Bugün artık mesele yalnızca bir ilaç krizi değil; sağlığa erişim hakkının sistematik biçimde aşınmasıdır.
Tedarik Zincirinde Kırılan Halka: Para mı, Politika mı, Öncelik mi?
Eczanelerde yaşanan ilaç yokluğu, artık her yılın son aylarında “mevsimsel kriz” gibi tekrarlanıyor.
Bu krizlerin nedeni ise çoğu zaman “zam beklentisi” ve “Euro kuru güncellemesi” adı altında meşrulaştırılan bir sistem hatası.
İlaç fiyatları, Avro kuruna bağlı olarak yılda sadece bir kez güncelleniyor. Ancak üretici firmalar, yıl içinde dövizdeki artış karşısında zarar etmemek için ya üretimi kısıyor ya da bazı ilaçları piyasadan çekiyor. Böylece zincirin ilk halkası kırılıyor.
Sonraki halkalar—depo, eczane, hasta—birer birer düşüyor.
Sonuçta, eczacının elinde reçete var ama ilaç yok. Hastanın cebinde para var ama sağlığa erişim yok.
Kritik ilaçlar, özellikle kanser, diyabet, hipertansiyon, epilepsi gibi kronik hastalıkların tedavisinde kullanılan ilaçlar, pediatrik şuruplar, göz damlaları, antibiyotikler… Bunlar artık her gün “yok” denilen kalemler arasında.
Bir ülke düşünün: antibiyotik bulamayan çocuklar, insülin arayan anneler, kemoterapi ilacını bekleyen hastalar... Ve bir de eczacılar: her biri birer kriz yöneticisi, her biri birer vicdan nöbetçisi.
Samsun Eczacı Odası başkanı Ecz. Onur Ferhat Karacan, durumu açıkça özetliyor:
“Her yılın son aylarında ‘zam beklentisi’ nedeniyle tekrarlanan bu tedarik ve erişim sorunları, eczanelerimizin ilaca, hastalarımızın ise sağlığa erişimi önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Ancak sorunun kaynağı kesinlikle eczacılar değildir.”
Gerçekten de değil. Eczacı, sistemin son halkasıdır; ilacı üretmez, fiyatını belirlemez, kur politikasını yönetmez.
Ama krizin tüm yükünü o taşır. Çünkü hastanın ilk yüzleştiği kişi odur.
Bu nedenle bugün, eczaneler sağlık sisteminin vitrini değil, aynasıdır. O aynada gördüğümüzse: aksayan bir tedarik zinciri, sessizce büyüyen bir ilaç açığı ve her geçen gün biraz daha sarsılan halk sağlığı güvenidir.
Sağlıkta Tasarruf Olmaz, Çözüm Ortak Akıldadır
Eczacılar, artık yalnızca reçete düzenlemiyor; devlete ve topluma da “reçete” yazıyor.
O reçetede şunlar yazıyor:
Çünkü
Toplum sağlığı bir tasarruf kalemi olamaz.
Bir devlet, savunma sanayisinde nasıl stratejik özerklik istiyorsa, ilaç üretiminde de bunu hedeflemelidir.
Bir ülke, savaşta cephane yokluğu yaşadığında nasıl alarma geçerse; sağlıkta ilaç yokluğu yaşadığında da aynı ciddiyetle davranmalıdır. Çünkü savaşta kaybedilen toprak geri alınabilir ama geciken bir tedaviyle kaybedilen bir hayat geri alınamaz.
Eczaneler, artık sadece sağlık kurumları değil; toplumsal dayanışmanın sessiz kaleleri haline geldi.
Bir eczacı, “Gözlerime bakıp ‘ilaç yok mu?’ diye soran hastaya ‘yok’ demek, mesleki değil, insani bir çöküştür,” diyor.
Bu cümle, yüzlerce rapordan daha güçlü bir hakikati anlatıyor.
İlaç krizi sadece eczacıların değil, toplumun vicdanında açılan bir yaradır.
Bugün hepimiz biliyoruz ki, ilaca erişim hakkı yalnızca bir ekonomik mesele değildir; yaşam hakkının bir parçasıdır.
Bu yüzden, fiyat düzenlemelerinin yılda bir kezle sınırlı kalması, üretici baskısı, stok politikaları ve ithalat bağımlılığı gibi sorunlar, artık sadece teknik terimler değildir. Bunlar, doğrudan insan hayatına dokunan politik tercihlerdir.
“İlacı Bulmak, Umudu Kaybetmemektir”
Bir ülkenin gelişmişliği, hastanelerinin büyüklüğüyle değil, halkının ilaca ulaşma kolaylığıyla ölçülür.
Bugün Türkiye’de binlerce eczane açık, ama binlerce hasta çaresiz.
Ve biz, her “yok” sözcüğüyle biraz daha umudumuzu yitiriyoruz.
Oysa çözüm belli: şeffaflık, planlama, ortak akıl.
Eğer bu ülke, eczacısının çığlığını duyar, hastasının sabrını görür, yöneticiler kâğıt üzerindeki değil hayatın içindeki verileri esas alırsa; o zaman ilaç rafları da yeniden dolacaktır.
Çünkü;
ilaç sadece tedavi değildir; aynı zamanda güven, huzur ve gelecektir.
Ve eğer bir ülkede ilacın yokluğu sıradanlaştıysa, o ülke sadece sağlığını değil, vicdanını da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır.