Hemen herkes “nasıl olur da yıllardır emek veren bu insanlar bir anda bırakıp gider” diye sordu. Oysa cevabı çok basit: İnsanca yaşamak için gereken ücret ödenmediğinde, en dayanıklı emekçi bile bir noktadan sonra ayakta kalamaz.
Ne acıdır ki, bu ülkede basın emekçisinin çığlığı çoğu zaman kendi kurumlarının duvarları arasında boğuluyor. Çalışanların sıkıntıları yöneticilere defalarca aktarılıyor ama karşılık, sessizlikten ibaret. O sessizlik de en sonunda kameraların kararmasına, mikrofonların susmasına yol açıyor.
Bugün Halk TV ekranlarında ülkenin ağır ekonomik tablosu neredeyse her gün tartışılıyor. Fiyat artışları, yoksullaşma, işsizlik… Hepsi masaya yatırılıyor. Ama aynı tabloda kendi çalışanlarının yaşadığı geçim sıkıntısını görmezden gelen bir kurumla karşı karşıyayız. Sormak gerekiyor: Başkalarının yoksulluğunu teşhir ederken, kendi çalışanınızın yoksulluğunu neden görmezden geliyorsunuz?
Medya patronlarının işçilerini birer maliyet kalemi olarak görmesi yeni bir şey değil. Ancak bu bakış açısı, mesleğin omurgasını çürütüyor. Çünkü gazetecilik, kameramanıyla, muhabiriyle, editörüyle bir bütündür. O bütünden bir halkayı kopardığınızda, gerçeği topluma eksik aktarırsınız. Eksik aktarılan gerçek de, topluma güven vermeyen bir habercilik demektir.
Kaldı ki, ihalelerde kanal satın almak için milyonlarca lira bulabilenlerin, çalışanlarına insanca yaşayacak ücret vermekten kaçınması hiçbir vicdana sığmaz. Sorun sadece para değil, sorun bakış açısıdır. Emekçiye değer vermeyen bir yönetim anlayışı, uzun vadede kendi ekranını da karartır.
Bu nedenle bugün yaşananlar yalnızca Halk TV’nin meselesi değildir; bütün basın dünyasının aynasıdır. Kameramanların yaşadığı sorun, yarın muhabirin, öbür gün montajcının kapısını çalacaktır. Çünkü sefalet ücretiyle yürütülmeye çalışılan bir mesleğin yarını olmaz.
Şunu unutmamak gerekir: Basın emekçisi yalnızca kendi ekmeği için değil, toplumun haber alma hakkı için mücadele eder. Onların emeğini görmezden gelen her yönetici, aslında toplumun haber alma hakkını da gasp etmiş olur.
Bugün kameraların kapanmaması, mikrofonların susmaması için yapılması gereken bellidir: Emekçilerin haklı taleplerine kulak vermek, onları yalnızca “gider kalemi” değil, mesleğin onurlu taşıyıcıları olarak görmek.
Eğer bu ülkede basın özgürlüğünden, demokrasiye katkıdan söz edilecekse; önce gazetecinin karnını doyurmak, onurunu korumak gerekir. Çünkü aç bırakılan bir gazeteci, susturulmuş bir gazeteci demektir.