MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 06.10.2025 11:00

Dünya Sıralamasında Utanç: Fatma Günegül’ün Sessiz Çığlığı

Facebook Twitter Linked-in

Samsun’da kocası tarafından öldürülen Fatma Günegül’ün adı, Türkiye’nin karanlık aynasında yankılanan son feryattır. Her yeni cinayet, bir öncekini unutturacak kadar sık yaşanıyorsa, orada adalet, vicdan ve toplumsal hafıza çoktan iflas etmiştir.
Yıllardır “kadın cinayetleri azaldı” diyenler, sadece istatistiklerle oynuyor. Gerçekte, bu ülkenin kadınları her sabah aynı korkuyla uyanıyor: “Acaba bugün sıra bana gelir mi?”
Şiddet, öldürme, tecavüz, istismar… bunlar haber değil artık, gündelik dilin sıradan fiilleri hâline geldi. Toplumsal cinnet, politik sessizlikle birleşince sonuç değişmiyor: kadınlar ölüyor, erkekler cezasız kalıyor, devlet seyrediyor.
Dünya aynasında Türkiye’nin yeri
Dünya genelinde her yıl on binlerce kadın, eşi ya da sevgilisi tarafından öldürülüyor. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, dünyada her 100.000 kadından ortalama 1,3’ü, partneri veya aile bireyi tarafından öldürülüyor.
Bu sayı Afrika’da 3’ü, Latin Amerika’da 5–8’i buluyor. Avrupa’da ise oran 0,3–0,5 civarında.
Peki Türkiye?
Resmî istatistikler susturulsa da, sahadaki tablo bu sessizliğin aksine bağırıyor: Türkiye’de bu oran 1,0–1,5 bandında. Yani, Avrupa ortalamasının üç-dört katı, dünya ortalamasının ise biraz üzerinde. Mutlak sayılara bakarsak tablo daha acı: Her yıl yaklaşık dört yüz kadın, yalnızca “kadın olduğu” için öldürülüyor. Bu, her gün bir kadının eksilmesi demek.
Kadın cinayetlerinde Latin Amerika ya da Güney Afrika kadar yüksek bir “nüfusa göre oran”ımız olmayabilir, ama Avrupa kıtasında açık ara ön sıralardayız. Bu, ekonomik büyüklükle, kalkınmayla, modernlikle övünen bir ülke için tam bir utançtır. Çünkü çağdaşlık, kadının yaşama hakkını koruyamayan bir devletin ağzında bir süs cümlesi olmaktan öteye gidemez.
Sistematik bir suç düzeni
Fatma Günegül’ü öldüren yalnızca bir adam değil; o adamın eline “nasıl olsa bir şey olmaz” duygusunu veren sistemdir.
Koruma kararı aldırmak, şikâyet dilekçesi vermek, karakolda ciddiye alınmak hâlâ bir kadının şansına kalmış durumda.
Yasalar var, ama uygulanmıyor.
Polis var, ama dinlemiyor.
Mahkeme var, ama inanmıyor.
Bir kadın, ölüm tehdidi aldığı halde “evine dön, barışın” denilerek geri gönderiliyorsa, o kadının kanı yalnız failin değil, bu düzenin de elindedir.
Bir kadın öldürüldüğünde televizyonlar “kıskançlık cinayeti” diyorsa, toplumun vicdanı zaten katile payanda olmuştur.
Erkek şiddetinin kültürel kodları, eğitim sisteminin derininde, dilin içinde, esprinin ucunda yaşamaya devam ediyor.
İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin faturası
Bir zamanlar uluslararası alanda örnek gösterilen Türkiye, kadını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi.
Sözleşme yalnızca bir metin değil; devletin kadınları koruma iradesinin beyanıydı.
O irade çekildiğinde, erkek şiddeti yeniden meşrulaştı.
Şimdi o boşluğu “aile yapısını koruyalım” masalları dolduruyor. Ama o “aile yapısı”, kadını susturup, dört duvar arasında ölüme terk eden yapının ta kendisi.
Sözleşmeden çekilmek, failin kulağına şu mesajı fısıldadı: “Devlet artık seninle aynı dili konuşuyor.”
Sonuç ortada: kadın cinayetleri hız kesmedi, tam tersine yeniden tırmandı.
Çünkü caydırıcılığın tek kaynağı yasa değil, uygulamadır. Ve uygulamanın tek kaynağı da politik iradedir.
Susmanın bedeli
Fatma Günegül’ün ardından birkaç gün konuşacağız.
Sosyal medyada birkaç etiket açılacak, birkaç demeç verilecek, sonra her şey unutulacak.
Ta ki bir sonraki Fatma, bir sonraki Emine, bir sonraki Özgecan öldürülene kadar.
Bu döngü böyle sürecek, çünkü biz susmaya alıştık.
Ama her susuş, bir sonraki cinayete davetiye çıkarıyor.
Artık “kadın cinayetleri” ifadesi bile yetersiz kalıyor.
Bu, bir cinsiyet kıyımıdır.
Sistematik, ısrarlı ve her gün tekrarlanan bir yok etme biçimi.
Ve bu ülke, dünyada “orta düzey femicide oranına sahip” denilse bile, bu tanımın arkasında gömülen her kadın, istatistiklerin soğuk satırlarını ateşe çeviriyor.
Çözüm belli, irade yok
Kadınlar korunabilir.
Yeter ki samimi bir devlet politikası, caydırıcı bir yargı ve toplumun tüm katmanlarında eşitlik kültürü inşa edilsin.
Uzaklaştırma kararları gerçekten uygulansın, sığınma evleri artırılsın, ekonomik bağımsızlık projeleri genişletilsin, erkek şiddetini aklayan dil eğitimden temizlensin.
Ama tüm bunlar için önce şunu kabul etmek gerekiyor:
Kadın cinayetleri “bireysel öfke patlaması” değil, kurumsal bir körlüğün ürünüdür.
Bir ülkenin uygarlık seviyesi, kadınlarının yaşam hakkını ne kadar koruduğuyla ölçülür.
Ve bu ülke, o ölçekte hızla dibe gidiyor.
Fatma Günegül’ün ardından artık hiçbirimiz “bir şey değişmez” deme lüksüne sahip değiliz.
Çünkü o cümle, bir sonraki kurbanın mezar taşına kazınıyor.
Fatma’nın çığlığına kulak vermek, sadece yas tutmak değil; bu sistemin çarkına bir taş koymaktır.
Yoksa bu çark, hepimizi öğütecek.
 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —