MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 21.10.2025 19:02

Susturulan Kalemler: Öldürülen, Hapsedilen ve Umursanmayan Gazeteciler

Facebook Twitter Linked-in

Çünkü bu ülkede gazetecilik, çoğu zaman ne alkışla anılır ne de güvende yapılır. Bir ülkede kalemini doğrular için kullananların mezar taşları, susturulan mikrofonlar ve mahkeme salonlarında sürünen meslektaşlar varsa; orada bu gün, kutlanmaktan çok anılmayı hak eder.

Türkiye’de gazetecilik; halkın haber alma hakkını savunmanın, güç odaklarına karşı durmanın, hakikati anlatmanın bedelinin kimi zaman sürgün, kimi zaman mahkûmiyet, kimi zaman ölüm olduğu bir meslek haline geldi. Bu ülkenin toprakları, öldürülmüş gazetecilerin kanını hâlâ taşıyor.

Kalemleriyle Hakikati Yazdılar, Canlarıyla Ödediler

Gazeteciliğin tarihi, sadece haberle değil, bedel ödeyenlerle yazılır. Hakan Tosun, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Metin Göktepe ve daha yüzlerce gazeteci... Her biri gerçeği yazmanın, halkın sesini duyurmanın bedelini hayatıyla ödedi.

 

Abdi İpekçi, 1979’da demokrasiyi savunduğu için vurulduğunda, sadece bir gazeteci değil, aynı zamanda bir dönemin vicdanı susturuldu. Çetin Emeç, özgür basını savunduğu için hedef alındı. Uğur Mumcu, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz” diyerek karanlık odakların maskesini düşürürken, arabasına konulan bombayla susturuldu. Metin Göktepe, “Ben gazeteciyim” diye haykırarak gözaltına alındı ve dövülerek öldürüldü.

Bugün hâlâ, o cinayetlerin çoğunda gerçek faillerin adalet önüne çıkarılmadığını biliyoruz. Bu ülkede gazetecinin kanı ucuz, sesi kısık, emeği değersiz bırakıldı. Ve bu utanç, her 21 Ekim’de yeniden hatırlanmalı.


Cezaevlerinde Çürütülen Gazeteciler

Türkiye, son on yılda en fazla gazeteci hapseden ülkeler arasında yer aldı. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) verilerine göre, onlarca gazeteci hâlâ cezaevlerinde, kimisi yargısız tutuklulukla, kimisi haber yaptığı için “terör” suçlamalarıyla.
Bir ülke düşünün ki; hakikati yazan “terörist”, yalan söyleyen “ulusalcı”, sessiz kalan “makbul” sayılıyor.

Gazetecilik, kamu yararına gerçeği ortaya çıkarmaktır. Ama Türkiye’de bu uğraş, çoğu zaman mahkeme salonlarına taşınıyor. “Devlet sırrı” bahanesiyle halktan gizlenen gerçekler, “ifade özgürlüğü” denilince bir anda unutuluyor. Tutuklu gazeteciler, demokrasinin ayıbıdır; çünkü özgür basın olmadan, özgür yurttaş da olmaz.

 

Medya Patronlarının Umursamazlığı: Gazeteci mi, Kulu mu?

Gazetecinin kalemini sansürleyen bazen devlet değil, patronu olur.
Türkiye’de medya, büyük ölçüde sermaye gruplarının elinde. Haber merkezleri, holding çıkarlarının vitrini haline geldi. Gazeteci, maaşını patronundan aldığı için değil, toplumdan aldığı sorumluluk nedeniyle haber yapar; ama patronlar bu gerçeği unuttu.

Bugün birçok gazeteci, düşük ücretlerle, uzun mesai saatlerinde, baskı altında çalışıyor. Sendikalı olduğu için işten atılanlar, tazminatlarını alamayanlar, yıllarını verdiği kurumdan bir e-posta ile kapının önüne konulanlar var.
Gazetecilik artık sadece “tehlikeli” değil, aynı zamanda “güvencesiz” bir meslek haline geldi.

Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin (ÇGD) son raporuna göre, son yıllarda binlerce gazeteci işsiz. Pek çoğu başka işlerde çalışmak zorunda kaldı. Kimisi kuryelik yapıyor, kimisi çağrı merkezinde.
Gazetecilik artık sadece yoksullukla değil, onur mücadelesiyle sürdürülüyor.

 

Dünya Medyasında Gazeteci Değeri ve Türkiye Gerçeği

Batı Avrupa’da bir gazeteci, haberi nedeniyle kovulmaz; tersine ödül alır. ABD’de bir muhabir, devletin gizlediği bir gerçeği ortaya çıkardığında, “kamu yararı” ilkesiyle korunur.
Norveç’te, İsveç’te, Almanya’da gazetecinin maaşı geçimini sağlar; Türkiye’deyse gazeteci, ya iki iş yapar ya da borçla yaşar.

Dünya basını, gazeteciyi demokrasinin “dördüncü kuvveti” olarak tanımlar. Türkiye’de ise bu kuvvet, çoğu zaman güç sahiplerinin menfaatine göre susturulur.
Bir ülkede gazeteciler hapse giriyor, öldürülüyor, yoksullaştırılıyorsa; orada sadece basın değil, toplumun vicdanı da baskı altındadır.

 

Gazeteciliğin Vicdanı: Uğur Mumcu’nun Gölgesinde

Uğur Mumcu’nun şu sözü, her 21 Ekim’de yeniden yankılanmalı:

 “Bir ülkenin gerçek sahibi ve efendisi, o ülkenin üreticisidir; gazetecisi, işçisidir, köylüsüdür, öğretmenidir.”

 

Bu cümle, gazeteciliğin özünü anlatır. Çünkü gazeteci, halkın sesidir; yoksulun, hak arayanın, unutulanın sesi.
Ancak bu ülkede gazetecilik, patronların gölgesinde ve siyasetçilerin hedefinde. Her yeni iktidar, “kendi medyasını” yaratmaya çalışıyor; her yeni dönem, “istenmeyen kalemleri” tasfiye ediyor.

Ne yazık ki, basın özgürlüğü endekslerinde Türkiye, Afrika’daki savaş ülkeleriyle aynı sıralarda yer alıyor. Bu tabloyu değiştirmek için sadece yasalar değil, vicdanlar da değişmeli.

 

Gazetecinin Suçu: Gerçeği Yazmak

Türkiye’de gazetecinin tek suçu, gerçeği yazmak.
Bir haberde devletin eksikliği varsa, “ihanet” sayılıyor. Bir belgede yolsuzluk varsa, “dezenformasyon” deniliyor.
Ama gazetecilik, tam da bu yüzden vardır. Çünkü yalanın en güçlü olduğu yerde, hakikati fısıldayan kalem olmak cesaret ister.

Bugün hâlâ, Anadolu’nun dört bir yanında, Samsun’dan Diyarbakır’a, Van’dan İzmir’e kadar genç muhabirler, kısıtlı imkânlarla haber peşinde koşuyor.
Kamerasını kendi maaşından alan, benzin parasını cebinden ödeyen, ama “haber halkındır” diyerek yola çıkan bu gençler, bu mesleğin gerçek sahipleridir.

 

Basın Özgürlüğü Mücadelesi: ÇGD ve TGC’nin Rolü

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), yıllardır bu mücadelenin ön saflarında.
Sadece basın özgürlüğünü savunmakla kalmıyorlar; aynı zamanda gazetecilerin haklarını koruyor, işsiz kalanlara sahip çıkıyor, öldürülen meslektaşların davalarının takipçisi oluyorlar.

ÇGD’nin “Yılın Gazetecileri” ödülleri, sadece başarıyı değil, direnişi ödüllendirir.
TGC’nin düzenlediği yarışmalar, hâlâ bu ülkede “gerçeğin peşinden giden” gazetecilerin var olduğunu hatırlatır.
Bu örgütler, basın tarihimizin vicdanıdır; çünkü susturulan her kalemi, unutturmazlar.

 

21 Ekim: Kutlama Değil, Hatırlama Günü

Dünya Gazeteciler Günü’nde çiçeklerle süslenmiş salonlarda yapılan törenden çok, mezar taşlarına bırakılan karanfiller anlatır bu mesleği.
Gazeteciliğin bayramı, haberin sansürsüz, muhabirin özgür olduğu gün kutlanır.
O güne kadar 21 Ekim, bir “kutlama” değil, direniş günü olarak anılmalıdır.

Bugün gazetecilik, sadece bir meslek değil; varoluş mücadelesidir.
Bir toplumun karanlıktan çıkabilmesi için, birilerinin o karanlıkta elinde fener tutması gerekir. O fener, her şeye rağmen gerçeği yazan gazetecilerdir.


Susturulamaz Kalemler İçin

Bir ülkede gazeteciler susturuluyorsa, o ülkenin geleceği sessizliğe gömülür.
Ama tarihin bize öğrettiği bir gerçek var:
Kalem kırılır, ama yazdıkları silinmez.
Gazeteciler öldürülebilir, ama onların gerçeği, toplumun belleğine kazınır.

Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, Metin Göktepe’nin kalemleri hâlâ yolumuzu aydınlatıyor.
Onların anısı, yeni kuşak gazetecilere “korkma, yaz” demeye devam ediyor.

Bu yüzden bugün, 21 Ekim’de, tüm susturulan kalemlere, hapisteki meslektaşlarımıza, işsiz bırakılan gazetecilere, yitirdiğimiz dostlarımıza bir sözümüz olmalı:

 “Sizin yarım kalan cümlelerinizi tamamlamaya devam edeceğiz.”

Ve işte o gün geldiğinde, gazeteciler özgürce yazabildiğinde, bu günü gerçekten kutlayabileceğiz.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —