MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 09.10.2025 11:28

“Barışa Giden Yol, Garın Önünde Kaldı”

Facebook Twitter Linked-in

Barışın Kalbine Bomba Koydular

10 Ekim 2015 sabahı Ankara Garı önünde patlayan o bombalar, yalnızca yüzlerce insanın bedenini değil; bir ülkenin vicdanını da parçaladı. O gün oraya gelenler, elinde silah değil karanfil taşıyordu. “Savaşa inat, barış hemen şimdi” diyorlardı.
Devletin başkenti, yurttaşların barış talebine mezar oldu.
Yüz beş insan, bir saniyede öldürüldü. Yüzlercesi yaralandı.
Ama asıl yara, o patlamadan sonra başladı. Çünkü o patlamada yalnızca canlar gitmedi; bir ülkenin umudu, geleceğe duyduğu inanç, bir arada yaşama hayali de kan gölüne karıştı.

10 Ekim, Türkiye tarihinde bir dönüm noktasıydı: Devletin gözünün önünde, güvenlik güçlerinin koruması altında yapılması gereken bir miting, açık bir hedefe dönüştürüldü.
Ve o günden sonra bu ülkede “barış” kelimesi bile suç gibi fısıldanır oldu.

Bir Gar, Bir Halk, Bir Sessizlik

Patlamadan dakikalar sonra, yerde yüzlerce beden... Ayakkabılar, bayraklar, pankartlar birbirine karışmış. Ambulans yerine siren sesiyle gelen panzerler, yaralıların üzerine gaz sıkan polisler…
O görüntü hâlâ hafızalarda kazılı.
Ama en acısı neydi biliyor musunuz?
O gün orada kaybolanların isimlerini bile duymayan milyonlarca insan oldu.
Bazı televizyon kanalları, haberi yayınlamadı. Bazı gazeteler “seçim öncesi provokasyon” deyip geçti.

Bir halk, gözleri önünde öldürüldü ve sonra sessizliğe mahkûm edildi.
Devlet, bu katliamın faillerini korudu.
Saldırının istihbaratı günler öncesinden biliniyordu. İsim isim dosyalar ellerindeydi. Ama “tedbir alınmadı.”
Alınmadı, çünkü o mitingde toplananlar, bu ülkenin “istenmeyenleri”ydi.
Öğretmenler, işçiler, öğrenciler, sendikacılar, devrimciler…
Ve onların en tehlikeli silahı, “barış” sözcüğüydü.

Adaletin Üstüne Kapatılan Beton

Yıllar geçti. Dava salonlarında adalet değil, alay edildi.
Mahkeme salonlarına sığmayan acılar, dosyalarda “eksik evrak” oldu.
Devletin tanıkları sustu, belgeler karartıldı, faillerin ardındaki karanlık eller dokunulmaz kaldı.
Bir ülke, kendi yurttaşlarının kanı üzerinden siyaset yaptı.
Adalet, bu topraklarda hep olduğu gibi, yine güçlülerin yanında saf tuttu.

Ama unutanlar yanılıyor. Çünkü 10 Ekim, yalnızca bir katliam değil, bir hafıza.
Ankara Garı’nın merdivenlerinde her yıl yakılan mumlar, bu ülkenin en dürüst tarih kitabıdır.
O mumlar sönmedikçe, o ölenlerin isimleri silinmeyecek.
Çünkü o isimler, “Bu ülke değişecek” diyenlerin isimleriydi.

Barış Talebi Bu Ülkenin Suçu Değildi

10 Ekim, bu ülkenin gençlerinin, işçilerinin, kadınlarının “artık yeter” çığlığıydı.
Kimse o sabah “kahraman” olmak için yola çıkmadı.
Sadece yaşamak, insanca yaşamak istediler.
Ama bu ülkede “yaşamak” bile siyasal bir direniş biçimine dönüştü.

Bir ülke düşünün; savaş istemeyen yurttaşlarını hain ilan ediyor, ölümlerine sessiz kalıyor.
10 Ekim’de ölenler, yalnızca bir mitingin değil, bir ülkenin onurunun da temsilcileriydi.
Bugün hâlâ “barış” diyemeyenler, o günün utancını taşımaktan korkuyor.
Ama barış, bu ülkenin en haklı, en insani talebidir.
O yüzden 10 Ekim’i anmak bir suç değil; bir insanlık borcudur.

Unutmak İhanettir

Bugün Ankara Garı önünden geçen herkes, orada hâlâ yankılanan bir çığlığı duyar:
“Barış hemen şimdi!”
O ses hâlâ susmadı, çünkü adalet gelmedi.
Çünkü her yıl yeni canlar, iş cinayetlerinde, maden ocaklarında, sınır boylarında aynı zihniyetin kurbanı oluyor.
10 Ekim’i unutan, sadece o gün ölenleri değil; bu ülkede öldürülen her masumu da unutur.

Unutmak, bu ülkenin geleceğine ihanettir.
Hatırlamak ise bir direniştir.
Ve biz, unutmamakta ısrar edenleriz.

Bir Garın Gölgesinde Yaşayan Ülke

Ankara Garı, artık sadece bir tren istasyonu değildir.
O bina, bu ülkenin suskunluğunun ve utancının anıtıdır.
Her merdiven basamağında bir isim, her duvarında bir anı vardır.
Orada yitip gidenler, bu toprakların en saf düşünü — barış düşünü — taşıyorlardı.
Ve o düş, hâlâ yarım kalmış bir ülkenin içinde, bir yerlerde nefes alıyor.

Bir ülke, kendi çocuklarını garın önünde kaybetti.
Ama o çocukların hayali, hâlâ bu ülkenin en onurlu gerçeği olarak yaşıyor.
Bir gün gerçekten barış geldiğinde, o barışın kalbinde mutlaka 10 Ekim’in anısı olacak.

10 Ekim sadece bir tarih değil; bu ülkenin vicdan sınavıdır.
Ve bu sınavdan hâlâ geçemedik.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —