MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 07.12.2025 20:11

Bu bir eğitim değil, devlet eliyle çocuk kıyımıdır!

Facebook Twitter Linked-in

MESEM kâğıt üzerinde mesleki eğitim, sahada çocuk işçiliği… Sendika açıklamaları, haber arşivlerine düşen ölümler ve ailelerin feryatları gösteriyor ki Türkiye’de çocuklar meslek öğrenirken hayatını kaybediyor. Bu tekil kazalar değil, göz göre göre işleyen bir düzenin sonucudur.

 

MESEM: Okuldan Mezara Uzanan Yol

Türkiye’de çocuklar artık okul yolunda değil, iş yolunda hayatını kaybediyor. Üzerine “mesleki eğitim” etiketi yapıştırılmış MESEM uygulaması, bugün yüzlerce ailenin ocağını söndüren, bir ülkenin vicdanını kanatan karanlık bir tabloya dönüşmüş durumda. Her ölüm haberinden sonra aynı kalıp cümlelerle karşılaşıyoruz: “Talihsiz kaza.” Oysa ortada talih yok. Ortada sistematik ihmal var. Ortada göz göre göre gelen bir çocuk kıyımı var.

Bu yazı kişisel tanıklıklarla değil; sendikaların kamuoyuna yaptığı açıklamalar, basına yansıyan aile beyanları ve haber arşivlerinde yer alan çocuk ölümleri üzerinden yazılmıştır. Ortaya çıkan tablo son derece nettir: Türkiye’nin dört bir yanında MESEM kapsamında çalışan çocuklar, yetişkinlerin bile zorlandığı iş kollarında çalıştırılmaktadır. Pres makinelerine sıkışanlar, inşaat iskelelerinden düşenler, kaynak sırasında yanıp ağır yaralananlar, elektrik çarpmasıyla yaşamını yitirenler…

 Hepsi öğrenci, hepsi çocuk.

Ama bu ölümler “kaza” değildir.
Bu ölümler bir sistemin doğal sonucudur.

Sendikalar yıllardır aynı şeyi söylüyor: MESEM bir eğitim modeli olmaktan çıkmış, çocuk işçiliğinin devlet eliyle kurumsallaştırıldığı bir yapıya dönüşmüştür. Çocuklar eğitime erişmesi gereken yaşta üretim alanlarına sürülmekte, hem psikolojik hem fiziksel açıdan ağır bir yükün altına sokulmaktadır. Denetim mekanizmaları ise göstermelik kalmakta, birçok işletme neredeyse kontrolsüz biçimde çocuk çalıştırmaktadır.

Savunanlar ne diyor?
“Gençler erken yaşta meslek edinmiş oluyor.”

Ama hangi meslek?
Hangi güvenlik?
Hangi eğitim?

Bu çocukların kaçı gerçekten nitelikli bir eğitim almaktadır? Kaçı kendini güvende hissetmektedir? Kaçı bir ustanın iki dudağı arasına bırakılmamış durumdadır? Kaçı gerçekten öğrenci, kaçı fiilen işçidir? Bu soruların cevabı her yeni ölüm haberinde daha da netleşmektedir.

Peki, dünyada böyle mi?

Hayır.

Dünyada mesleki eğitim örnekleri vardır; Almanya, Avusturya, İsviçre gibi ülkelerde uygulanır. Ancak oralarda sistemin merkezinde işletme değil, çocuk vardır. Eğitim çocuğun hayatını koruyarak sürdürülür. İş yerleri sıkı denetlenir, çocukların çalıştırılabileceği alanlar kesin sınırlarla çizilidir. Riskli işler yasaktır. Eğitim önceliklidir, insan hayatı her şeyden önce gelir.

Türkiye’de ise çocuklar, “meslek öğrenecek” denilerek sanayi sitelerine, merdiven altı atölyelere, inşaatlara, tamirhanelere gönderilmektedir. Okul göstermelik, üretim alanları gerçektir. Eğitim kâğıt üzerinde kalmış, çocuk emeği piyasaya sürülmüştür.

Devlet bu tabloyu “istihdam başarısı” olarak sunarken, gerçekte olan şudur: Yoksulluğun bedeli çocuklara ödetilmektedir. Aileye “çocuğun sigortası yatırılıyor” denilmekte ama can güvenliği konuşulmamaktadır. Maaş gösterilmekte ama mezar taşları gizlenmektedir.

Bu sistem kim için çalışmaktadır?

Çocuk için değil.
Eğitim için değil.
Gelecek için hiç değil.

Bu sistem; sanayi için, patron için ve ucuz iş gücü için çalışmaktadır.

Sendikalar bu nedenle haykırmaktadır:
“Bu model eğitmiyor, tüketiyor.”

Bugün MESEM kapsamında çalışan birçok çocuk meslek değil, yorgunluk öğrenmektedir. Hak değil, susmayı öğrenmektedir. Hayal kurmayı değil, hayatta kalmayı öğrenmektedir. 16 yaşındaki bir çocuğun gündemi üniversite hayalleri değil, yarın işe sağ salim gidip gelme telaşıdır.

Basına yansıyan aile sözleri, bu karanlık gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır:

“Okula gönderdiğim çocuğumu morgdan aldım.”
“Meslek öğrenecek dediler, mezarına çiçek dikiyorum.”
“O makinada çalıştırılmaması gerekiyordu.”

Bu sözler bir politik tercihin değil, bir insanlık dramının ifadesidir.
Bu sözlerin ideolojisi yoktur.
Bu sözlerin partisi yoktur.
Bu sözlerin sadece acısı vardır.

MESEM aynı zamanda sınıfsal bir meseledir. Yoksulun çocuğu sanayiye, varlıklının çocuğu üniversite amfilerine gönderilmektedir. Eğitim eşitlik üretmemekte, tam tersine eşitsizliği yeniden üretmektedir. Yoksul aileler için çocuğun çalışması bir zorunluluğa dönüşmüş durumdadır. Devlet bu yoksulluğu çözmek yerine, çocuk emeğiyle yönetmeyi tercih etmektedir.

Peki, bu felaket durdurulamaz mı?

Elbette durdurulabilir.

Ama önce şu yalandan vazgeçilmelidir:
“Bu kader.”

Bir çocuğun pres makinesinde ölmesi kader değildir.
Bir öğrencinin inşaattan düşmesi kader değildir.
Bir gencin elektrik çarpmasıyla yaşamını yitirmesi kader değildir.

Bu ihmaldir.
Bu denetimsizliktir.
Bu bilinçli politik tercihtir.

Çözüm açıktır:

MESEM mevcut haliyle derhal durdurulmalıdır.
İş yerleri bağımsız ve etkili biçimde denetlenmelidir.
Çocuk “işçi” değil, “öğrenci” olarak tanımlanmalıdır.
Riskli sektörlerde çocuk çalıştırılması tamamen yasaklanmalıdır.
İş kazası değil, iş cinayeti kavramı hukuk sistemine girmelidir.
Sendikalar susturulmamalı, aileler tehdit edilmemelidir.

Bu yazı neden yazıldı?

Çünkü ölüm sıradanlaştırıldı.
Çünkü haber bültenlerinde çocuk ölümleri “alt yazı” haline geldi.
Çünkü mezar taşları çoğalırken, vicdan azaldı.

Bir toplum çocuk ölümlerine alışırsa, her şeye alışır.
Ama biz alışmayacağız.

Bir ülkede çocuklar ölüyorsa, orada hiçbir proje “başarılı” değildir.
Bir ülkede meslek mezarlıkta öğretiliyorsa, orada gelecek yoktur.

Bir gün bu ülke gerçekten çocuklarını koruyan bir ülke olmak isterse, bu dönem utanılacak bir sayfa olarak açılacak. MESEM, ders kitaplarına bir “model” olarak değil, bir neslin nasıl göz göre göre tüketildiğinin resmi belgesi olarak girecek.

Kimse çıkıp “bilmiyorduk” demeyecek.

Çünkü söylendi.
Yazıldı.
Haykırıldı.

Ama çocuklar yine de öldü.

Bu yüzden bu metin yalnızca bir köşe yazısı değildir.
Bu bir tanıklıktır.
Bu bir kayıt düşmedir.
Bu, yarının vicdanına bugünden bırakılmış bir nottur.

Bir ülkede çocuklar çalışıyorsa, orada gelecek çalışmıyordur.
Bir ülkede öğrenciler ölüyorsa, orada sistem iflas etmiştir.

Ve bir ülkede devlet, bunu yalnızca izliyorsa…

O devlet, çocuklarına borçludur.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —