MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 29.10.2025 20:47

Cumhuriyet: Halkın Kendi Kaderine Sahip Çıkma Cesareti

Facebook Twitter Linked-in

Çünkü bu gün, sadece bir devletin kuruluş yıldönümü değildir. Bu gün, bir milletin kendi geleceğini ellerine alışının, “kula kulluk” zincirlerini kırışının, karanlıktan aydınlığa yürüyüşünün adıdır.

Cumhuriyet, bir yönetim biçimi olmanın ötesinde; insan aklının, bilimin ve özgürlüğün zaferidir. Atatürk ve silah arkadaşlarının 1923’te kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, sadece bir rejim değişikliği değil, çağlar boyunca süregelen bir zihniyet devriminin doruk noktasıdır.

Bir an durup düşünelim: Krallıkla yönetilen toplumlarda halk, kaderini doğuştan “soylu” kabul edilen birinin ellerine teslim eder. Şeriatla yönetilen rejimlerde bireyin özgürlüğü, dogmaların gölgesinde tanımlanır. Oysa Cumhuriyet, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek tüm bu anlayışları tarihin rafına kaldırmıştır.

Bu söz sadece bir ilke değil, bir manifestodur. Çünkü Cumhuriyet, egemenliğin bir zümreden, bir sınıftan, bir inançtan, bir kişiden alınarak doğrudan halka verilmesidir. Bu yüzden Cumhuriyet, sadece bir yönetim değil, bir karakterdir.

 Cumhuriyet: Aklın ve Vicdanın İttifakı

Atatürk, “Cumhuriyet fazilettir” derken, bu fazileti sadece siyasî bir tanım olarak değil, bir yaşam biçimi olarak ifade ediyordu. Fazilet, yani erdem… Bu erdem, bireyin kendi aklıyla düşünebilmesi, eleştirebilmesi, sorgulayabilmesi, fikir üretebilmesidir.

Şeriatla yönetilen ülkelerde, insanın doğrudan aklını kullanması çoğu zaman sınırlanır; sorgulamak suç sayılır, eleştirmek tehlikeli hale gelir. Krallıklarda, doğuştan gelen unvanlar, liyakatin önüne geçer. Oysa Cumhuriyet, her bireye eşit hak tanıyarak, “İnsanı insan yapan akıldır” der. Bu nedenle Cumhuriyet, hem özgürlüğün hem sorumluluğun adıdır.

Bugün dünyanın dört bir yanında, halk iradesini bastıran yönetimler hâlâ var. Diktatörlükler, hanedanlıklar, teokratik sistemler... Kimi, tanrısal bir meşruiyet iddiasıyla, kimi “güvenlik” bahanesiyle halkı susturur. Fakat tarih hep aynı gerçeği yazar: Baskı ne kadar büyürse, halkın özgürlük arzusu o kadar güçlenir. Cumhuriyet işte bu arzunun kurumsallaşmış hâlidir.

 Cumhuriyet Kadındır, Emektir, Eşitliktir

Cumhuriyet’in en büyük sessiz devrimlerinden biri, kadının toplumdaki konumudur. 1923’te kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, kısa sürede kadına seçme ve seçilme hakkı tanımış, onu yalnızca aile içinde değil, toplumun her alanında eşit yurttaş olarak kabul etmiştir.

Bugün bu hakları sıradanmış gibi görebiliriz; oysa bu topraklarda yüzyıllar boyunca kadın, kamusal yaşamın dışında bırakılmış, sözü dinlenmeyen bir figür olarak görülmüştü. Cumhuriyet, bu anlayışı kökten değiştirdi. Çünkü Cumhuriyet, bir milletin yarısını zincirlerinden kurtarmadan tam anlamıyla özgür olamayacağını biliyordu.

Krallıklarda kadın, soyluluk sisteminin süsüydü. Teokratik rejimlerde ise çoğu zaman erkek egemen geleneklerin gölgesinde yaşadı. Cumhuriyet, kadına “birey” olma onurunu verdi. İşte bu yüzden Cumhuriyet, sadece bir yönetim değil; aynı zamanda bir toplumsal devrimdir.

 Cumhuriyetin Değeri, Ancak Kaybetme Tehlikesiyle Anlaşılır

Bugün bazen, bu büyük kazanımların kıymetini unutur gibi oluyoruz. Demokrasinin, özgürlüğün, laikliğin, adaletin ne kadar değerli olduğunu; ancak tehdit altına girdiğinde fark ediyoruz. Oysa Cumhuriyet, her neslin yeniden savunması gereken bir emanettir.

Atatürk, “Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz” derken aslında bize bir miras değil, bir görev bırakıyordu. Çünkü Cumhuriyet, kendiliğinden ayakta kalmaz. Onu koruyacak olan, o bilinci kuşaktan kuşağa taşıyacak olan bizleriz.

Kimi zaman ekonomik sıkıntılarla, kimi zaman siyasal baskılarla karşılaşabiliriz. Ancak Cumhuriyet’in en temel öğretisi şudur: Halkın iradesi üzerine kurulu bir sistem, her zorluğun üstesinden gelir. Yeter ki akıl, bilim ve vicdan yolundan sapmayalım.

 Cumhuriyetin Aydınlığı: Geleceğe Tutulan Bir Meşale

Cumhuriyet, yalnızca geçmişin bir başarısı değil, geleceğe tutulan bir ışıktır. Bugün dünyanın birçok ülkesinde hâlâ krallar tahta çıkıyor, dini kurallar devletin kanunlarının önüne geçiyor. Oysa Türkiye, bir asır önce, tüm bu ezberleri bozarak “Ben kendi yolumu çizerim” dedi.

Bu cümle, sadece siyasal bir bağımsızlık değil, düşünsel bir devrimdi. Halkın iradesini tanımayan hiçbir yönetim, uzun ömürlü olamaz. Çünkü insan, doğası gereği özgürlük ister. Cumhuriyet, bu özgürlüğü sistematik hale getirmiştir.

Ne zaman bir öğretmen köy okulunda ışıkları yaksa, ne zaman bir genç düşüncesini özgürce ifade etse, ne zaman bir kadın “Ben varım” dese, Cumhuriyet yeniden doğar. Çünkü Cumhuriyet bir bina, bir yasa, bir tarih değil; yaşayan bir ruhtur.

Bu ruhu diri tutmak, onu anlamak, eleştirmek, geliştirmek… İşte Cumhuriyet yurttaşının görevi budur. Cumhuriyet, körü körüne bağlılık değil; bilinçli sahipleniş ister. Onu anlamak için Atatürk’ün Nutuk’ta söylediği şu cümleyi hatırlamak yeterlidir:
“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

 Son Söz: Cumhuriyet, Umudun Adıdır

Bugün, 29 Ekim 2025… Cumhuriyetimiz 102 yaşında. Bu ülkenin çocukları, Atatürk’ün mirasına sahip çıkmanın ne anlama geldiğini artık çok iyi biliyor. Çünkü Cumhuriyet, sadece geçmişin değil, geleceğin de umududur.

Bu topraklarda her karanlık dönem, Cumhuriyet’in ışığıyla aşılmıştır. Her baskı, her dayatma, her gerici girişim, halkın iradesine çarpmış ve yok olmuştur. Çünkü Cumhuriyet, bir kişi ya da bir kurumun değil, bu halkın eseridir.

O yüzden bugün, sadece bir bayram değil, bir sözleşme yeniliyoruz:
“Bu Cumhuriyet, bizim.

Bu özgürlük, bizim.

Bu gelecek, bizim.”

Ve Atatürk’ün o büyük mirasına bir kez daha sesleniyoruz:
Yaşasın Cumhuriyet!
Sevgili okurlarım bu yazıyı dün akşama kadar yetiştirmek istedim ama olmadı. Kaç gündür araştırdım ve bu hale getirdim. Bu konuda bana tarihi dökumanlar çok yardımcı oldular. araştırmak çok uzun zaman aldı. iyi okumalar!


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —