MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 08.10.2025 08:00

Eğitimi Parçala, Geleceği Kısalt: Bitmeyen Yapbozun Yeni Hali

Facebook Twitter Linked-in

Bakan Yusuf Tekin’in kabineye sunacağını söylediği yeni düzenleme, zorunlu eğitimi hedef alıyor. “Rapor hazır, önümüzdeki öğretim takvimini buna göre dizayn edeceğiz” diyen Bakan’ın sözleri, eğitim camiasında yeni bir deprem yarattı. Ancak bu deprem, yalnızca okulları değil, ülkenin geleceğini de sarsabilir. Çünkü bu kez mesele yalnızca bir sistem değişikliği değil; çocukluğun, eşitliğin, kamusal eğitimin varlık meselesidir.

Yıllardır “yapboz tahtası”na çevrilen eğitim politikaları, artık kendi içinde tutarlılığını kaybetti. 4+4+4 sisteminin yarattığı karmaşa henüz unutulmamışken, şimdi zorunlu eğitimi yeniden kısaltmanın planları yapılıyor. Gerekçe olarak “çağın gerekleri”, “mesleki yönlendirme”, “bireysel tercih” gibi kavramlar öne sürülüyor. Oysa bu kavramlar, kulağa ne kadar modern ve esnek gelse de, gerçekte eğitimdeki eşitsizlikleri derinleştiren süslü kılıflardan başka bir şey değildir. Çünkü gerçeğin dili basittir: Zorunlu eğitim kısaldığında, okulu en erken terk eden yine yoksul çocuklar olur.

Bu düzenleme, çocuk işçiliğini artıracak bir kapı aralamaktadır. Çünkü zorunlu eğitim süresi kısaldığında, işverenlerin ucuz işgücü bulma imkânı artar; aileler, ekonomik sıkıntılar içinde çocuklarını “meslek öğreniyor” bahanesiyle çalışma hayatına iter. Devletin bu tabloya göz yumması, yalnızca ekonomik değil, ahlaki bir çöküştür. Çocuğun okul yerine tezgâh başında, tarlada, inşaatta olması; bir ülkenin kalkınmasının değil, tükenişinin göstergesidir.

Bir ülkenin eğitim sistemi, bütçesinden değil, vicdanından ölçülür. Eğitime ayrılan kaynakların her yıl azalması, öğretmen atamalarının yetersizliği, köy okullarının kapanması, taşımalı eğitimin rutinleşmesi… Bütün bunlar, “tasarruf” adı altında çocukların geleceğinden çalınan yıllardır. Şimdi bu tabloya bir de zorunlu eğitimin kısaltılması eklenirse, devlet fiilen “okuldan vazgeçin” demiş olacaktır.

Eğitimde yapılan her değişiklik, bir ideolojik yönelim taşır. Bugün açıklanacak her yeni sistem, “çocukların ihtiyaçları” bahanesiyle sunulsa da, aslında toplumun hangi yurttaş tipini yetiştirmek istediğini belirler. Oysa bir ülkenin en önemli görevi, itaatkâr değil, düşünen bireyler yetiştirmektir. Eğitimin süresini kısaltmak, tam da bu düşünen birey ihtiyacına indirilmiş bir darbedir. Çünkü düşünme, sorgulama, analiz etme yeteneği zaman ister. Eğitimi hızlandırmak, öğrenmeyi değil, unutturmayı kolaylaştırır.

Bu raporun en tehlikeli tarafı, “reform” kelimesinin içini boşaltmasıdır. Türkiye’de reform kelimesi, artık iyileştirme değil, bozup yeniden yapma anlamına geliyor. Her yeni bakan kendi müfredatını, kendi sistemini, kendi sınav modelini getiriyor. Eğitim, artık çocukların değil, koltukların geleceğine göre planlanıyor. Bu kadar çok sistem değişikliğinin ardından, hâlâ “nitelikli eğitim”den söz edebilmek bile mucizedir.

Eğitimde süre değil, içerik önemlidir diyenler haklıdır ama eksiktir. Çünkü süre, fırsat eşitliğinin temelidir. Eğitime erken veda eden bir çocuk, bir daha aynı fırsatı yakalayamaz. Herkesin kendi yolunu çizebilmesi için önce eşit bir başlangıç noktası gerekir. Zorunlu eğitim, bu başlangıçtır. Onu kısaltmak, toplumsal eşitsizlikleri yasallaştırmak anlamına gelir. Kısacası, kimsenin çocukluğu “ekonomik verimlilik” bahanesiyle kısaltılamaz.

Bugün hâlâ birçok öğrenci, okula aç gidiyor. Bir kısmı kırsalda, her sabah kilometrelerce yürüyerek dersliğe ulaşıyor. Bir kısmı, internet bağlantısı bile olmayan okullarda “dijital eğitim” masalı dinliyor. Öğretmenler ise atanamıyor; sistem, işsiz diplomalılarla dolup taşıyor. Bu tablo ortadayken, zorunlu eğitimi kısaltmak, mevcut yarayı derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Eğitimde reform, süreyi değil, adaleti uzatmakla olur.

Dünya ülkeleri eğitim sürelerini uzatırken, Türkiye’nin bu yönde tersine adımlar atması, gelecek kuşakları daha başlamadan geride bırakmak demektir. Bugün “12 yıl fazla, 10 yıl yeter” diyenlerin, yarın “8 yıl bile fazla” demeyeceğinin garantisi yok. Bu zihniyet, her kriz döneminde “eğitim pahalı” diyerek çocukların geleceğini feda eden zihniyettir. Oysa pahalı olan eğitim değil, cehalettir. Cehaletin maliyeti; kaybedilen bilim, üretim, yaratıcılıktır.

Bir ülke, eğitimden tasarruf yapamaz. Çünkü eğitime ayrılan her kuruş, aslında savaşsız bir savunma harcamasıdır. Bugün okullarına yatırım yapmayan bir ülke, yarın cezaevlerine yatırım yapmak zorunda kalır. Çocuklarını okulda tutamayan bir devlet, adalet sistemine daha fazla yük bindirir. Eğitimde kısaltılan her yıl, toplumsal barıştan eksilen bir yıldır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın önümüzdeki günlerde kabineye sunacağı bu düzenleme, yalnızca bir yönetmelik değişikliği değildir; bir ülkenin yönünü tayin edecek adımdır. Eğer bu adım, çocukların değil, bütçenin menfaatine atılırsa; eğer bu adım, gençleri değil, piyasayı korursa; eğitimdeki yapboz artık tamir edilemez hale gelir.

Eğitimin temel görevi, çocukları “çalıştırmak” değil, “düşündürmek”tir. Üretim çağının işçisi değil, bilgi çağının yurttaşı olmak; ancak güçlü, uzun soluklu, eşitlikçi bir eğitimle mümkündür. Bu nedenle yapılması gereken, zorunlu eğitimi kısaltmak değil, kamusal eğitimi güçlendirmektir. Öğrencinin, öğretmenin, velinin sesine kulak vermeyen her reform, sadece bir başka deneme tahtası olur.

Bugün karşımıza çıkan bu rapor, aslında bir sınav kâğıdıdır: Eğitim politikaları mı kazanacak, yoksa siyaset mi? Eğer siyaset kazanırsa, kaybeden hepimiz olacağız. Çünkü eğitim, bir ülkenin vicdanıdır. Ve vicdan, bir kez kısalırsa, bir daha uzamaz.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —