MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 24.09.2025 20:23

Etiketler Düşmedi, Cüzdanlar Eridi

Facebook Twitter Linked-in

Ancak sokaktaki vatandaşın sesine kulak verildiğinde, bu sözlerin raflardaki gerçeklerle pek örtüşmediğini görmek hiç de zor değil.

Bir kilo muz geçen hafta 85 liraydı, bu hafta 120 lira. Elma geçen hafta 75 liraydı, bu hafta 100 lira. Pazardaki satıcı bile fiyatı yazmaya yetişemiyor, vatandaşın cebindeki para ise daha etiketi görmeden eriyor. Soruyorum: Etiketler yenilenmiyor mu gerçekten? Yoksa bakan bey, o etiketlerin değiştiği pazarlara hiç uğramadı mı?

Dahası var. Kiralar hâlâ her ay yeni bir zirveye koşuyor. Sadece büyükşehirlerde değil, Anadolu’nun en küçük ilçelerinde bile dar gelirli bir ailenin barınma hakkı, artık lüks sınıfına girmiş durumda. Kira artışlarıyla baş edemeyen binlerce insan, aynı evde kuşaklar boyu yaşamaya mahkûm.

Peki, asgari ücret? Grafiklerde gösterilen rakamlar neredeyse bir yıldır yerinde sayıyor. Yani işçi, memur, emekli aynı maaşla hayatını sürdürmeye çalışırken, temel gıdalar bile her hafta katlanıyor. Kısacası tablo çok net: Gelir yerinde sayıyor, gider dörtnala koşuyor.

Siyasi söylemler ile hayatın gerçekleri arasındaki uçurum, halkın sabrını zorluyor. Çünkü enflasyonu rakamlardan ibaret görmek kolay, ama pazardaki torbasını yarı dolduramadan dönen vatandaşın derdi rakamlardan ibaret değil. Onun karnı aç, geleceği kaygılı, umudu kırık. Bakanın dediği gibi “etiketler yenilenmiyor” olabilir. Ama belki de artık o kadar hızlı artıyor ki, yetişemiyoruz. 

Türkiye’de enflasyon tartışmaları her zaman yalnızca ekonomik bir gösterge değil, aynı zamanda siyasal ve toplumsal bir gerilim alanı olmuştur. Son günlerde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in “Enflasyonda hissedilir bir düşüş içindeyiz. Artık etiketler eskisi kadar sık yenilenmiyor” açıklaması kamuoyunda geniş yankı buldu. Bu ifadeler, devletin resmi söylemi ile sokaktaki vatandaşın günlük deneyimi arasındaki uçurumu yeniden gündeme taşıdı.

Rakamların Sessizliği, Pazarın Gürültüsü

Makroekonomik göstergeler, teknik raporlar ve grafikler üzerinden enflasyonun seyrini anlatmak mümkündür. Ancak market raflarında ve semt pazarlarında yaşanan fiili durum, çoğu zaman bu göstergelerle örtüşmez. Örneğin, bir hafta önce 85 liradan satılan muzun bir hafta sonra 120 liraya yükselmesi, ya da 75 liralık elmanın 100 liraya çıkması, halkın enflasyonu nasıl “hissettiğini” açık biçimde ortaya koyar.

Burada mesele yalnızca fiyat artışı değildir; aynı zamanda belirsizliktir. Vatandaş, önümüzdeki hafta mutfağına koyacağı yiyeceğin fiyatını tahmin edemediği için tedirgindir. İşte bu belirsizlik, enflasyonun toplum üzerindeki asıl yıkıcı etkisidir.

Barınma Krizi: Enflasyonun Gölgesindeki Sessiz Yara

Enflasyon tartışmalarının en az gıda kadar çarpıcı bir başka boyutu da kira artışlarıdır. Türkiye’de büyük şehirlerde barınma maliyetleri hane bütçelerinin yarısını aşacak seviyelere ulaşmış, küçük şehirlerde ise öğrenciler ve dar gelirli aileler için yaşanabilir konut bulmak neredeyse imkânsız hâle gelmiştir.

Burada karşımıza çıkan soru nettir: Eğer enflasyonda düşüş varsa, neden kiralarda bu düşüş hissedilmemektedir? Üstelik yalnızca yeni kiralamalarda değil, mevcut sözleşmelerde bile ev sahiplerinin baskısıyla fahiş artışlar gündeme gelmektedir.Ücretlerin Donmuş Gerçeği

Asgari ücret, Türkiye’de milyonlarca çalışanın doğrudan hayatını belirleyen en kritik parametrelerden biridir. Grafiklerde yıllık olarak sabitlenen bu rakam, artan fiyatlar karşısında her geçen ay erimektedir. Resmi olarak hâlâ aynı rakamda duran maaş, fiilen vatandaşın cebinde çok daha az alım gücü yaratmaktadır. Ücretlerin sabit kalması ile giderlerin katlanması arasındaki makas, toplumsal huzursuzluğu derinleştiren başlıca unsurdur. İnsanlar sadece bugünü değil, yarını da göremez hâle gelmektedir.

Algı ile Gerçek Arasındaki Uçurum

Devletin resmi söyleminde “etiketlerin yenilenmediği” dile getirilebilir. Ancak vatandaş, pazarda yarı dolu fileyle eve dönerken bunun doğruluğunu sorgulamakta haklıdır. Çünkü günlük hayat, rakamların sunduğu “iyimser tablo”yu değil, doğrudan mutfak masrafını yansıtır. Ekonomi yönetiminin en büyük sınavı da burada yatmaktadır: Rakamları iyileştirmek kadar, halkın gerçek hayatında da iyileşme yaratmak. Eğer rakamlar ile hayat arasındaki fark açılırsa, enflasyon yalnızca bir ekonomik sorun değil, aynı zamanda bir toplumsal güven krizine dönüşür.

Sonuç Yerine: Bir Soru

Türkiye bugün enflasyon ile mücadele ederken en temel mesele şudur: Vatandaşın gündelik hayatında yaşadığı sıkıntılar, resmi söylemde nasıl karşılık bulmaktadır? 

Eğer resmi makamlar pazara hiç uğramadan, yalnızca raporlar üzerinden konuşursa, toplumun geniş kesimleri bu sözleri inandırıcı bulmayacaktır. Bir kilo meyve fiyatının bir haftada yüzde 30 artabildiği, kira giderlerinin maaşları gölgede bıraktığı, ücretlerin bir yıl boyunca sabit kaldığı bir ortamda “hissedilir düşüş” söylemi, sokaktaki insana yabancı gelmektedir.

Enflasyonun düşüp düşmediğini anlamak için bazen TÜİK tablolarına değil, mutfaktaki tencereye bakmak yeterlidir.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —