Türkiye’de kadın cinayetleri artık yalnızca bir haber kategorisi değil; başlı başına bir toplumsal acı anatomisi. Her gün, bir ilçenin bir mahallesinden yeni bir kadın adı duyuluyor. Her gün bir anne, bir kardeş, bir arkadaşın hayatı kararıyor. Her gün bir fail, çoğunlukla tanıdık: eski eş, sevgili, baba, kardeş, akraba…
Ve her gün, toplumun hafızasında yeni bir yara açılıyor.
Bu bölüm, yalnızca cinayetlerin listesini yapmak için değil; bu cinayetlerin neyi gösterdiğini, hangi politikalardan beslendiğini, neden durmadığını ve nasıl durdurulabileceğini anlatmak için yazıldı.
Narin – Bir ülkenin uzun karanlık gecesi
14 yaşındaki Narin…
Toplumun orta yerine bırakılan en taze acılardan biri.
Bir kız çocuğunun hayatı, bir erkeğin karanlığıyla son buldu.
Narin’in ardından yüz binlerce insan “Yeter artık!” diye haykırdı.
Çünkü hepimiz biliyoruz: Bu ülkede kadınlar öldürülürken yalnızca bir fail yok.
Bir toplum düzeni, bir devlet politikası, bir cezasızlık iklimi, bir kayıtsızlık yıllarca eşlik ediyor.
Narin, bu büyük karanlığın içine düşen yüzlerce genç kadından yalnızca biri.
Narin’in ölümü bize bir kez daha şunu hatırlattı:
“Kadınlar korunmadığı sürece bu ülkenin geleceği de korunmuyor.”
Çünkü Narin yalnızca bir istatistik değil; bir öğrenciydi, bir çocuğun kahkahasıydı, bir hayat ihtimaliydi. Onun yokluğu, bir toplumun eksilmesidir.
Van Gölü’nde bulunan üniversiteli genç Kadın – Sessiz bir çığlık
Yakın zamanda Van Gölü’nde cansız bedeni bulunan üniversiteli genç kadın…
Ne yazık ki Türkiye’de artık böyle haberleri okurken bile refleksimiz değişmiş durumda:
“Yine bir kadın cinayeti mi?”
“Kim öldürdü?”
“Ne bahaneyle öldürdü?”
Çünkü bu ülkede bir kadının ölü bulunmasının tek bir açıklaması vardır:
Bir erkek “hak gördü”.
Bu genç kadının ölümü de yalnızca bir olay değil; Türkiye’de kadınların yaşam alanının nasıl daraldığını gösteren yeni bir kanıt. Üniversite, şehir dışı eğitim, özgürlük, gençlik… Bunların hiçbirinin kadınları korumaya yetmediği bir ülkede yaşıyoruz.
Bir genç kadın gölde ölü bulunuyorsa, aslında tüm ülkenin vicdanı boğulmuştur.
Son dönemde işlenen diğer cinayetler – Aynı korkunç döngü
Bu metinde tek tek isimleri yazabiliriz; ama bu listenin ne kadar uzun olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü son aylarda:
Ve neredeyse her haberde şu cümle yer aldı:
“Daha önce uzaklaştırma kararı aldırmıştı.”
Demek ki kadınlar devlete gidiyor, başvuru yapıyor, tehdit edildiğini söylüyor, yardım istiyor…
Ve yine koruyamıyoruz.
Ya da daha doğrusu: Devlet korumuyor.
Bu artık bireysel değil, sistematik bir sorun.
Cezasızlık – Bu ülkede failleri cesaretlendiren en büyük politika
Kadın cinayetleri durmayacak, çünkü failler korkmuyor.
Neden?
Bir ülkede kadın öldürenlerin cezalarının caydırıcı olmaması, şiddetin devam etmesinin en büyük sebebidir.
Failin cümlesi hep aynı:
“Benden ayrılamaz.”
“Benim namusum.”
“Ben olmasam kimse olmasın.”
“Ben öldürdüm, erkekliğimden dolayı hakkım var.”
Bu cümlelerin arkasında, devletin ve toplumun yıllardır yeniden ürettiği erkek üstünlüğü ideolojisi yatıyor.
Soru şu: Kadınlar neden öldürülüyor?
Bu sorunun kısa cevabı yok; ama net cevabı var:
Kadınlar eşit olmadığı için öldürülüyor.
Erkek, kendini üstün gören bir kültürle büyüyor.
Kadının hayatına, giyimine, ilişkisine, kararına müdahale etme hakkını kendinde buluyor.
Kadın ayrılmak isteyince bunu reddedilemez bir hakaret olarak görüyor.
Toplum, devlet ve aile bu erkekliği kutsuyor.
Kadın cinayeti, bireysel bir “öfke patlaması” değil;
yüzyıllardır işlenen bir sosyal kodun devamıdır.
“İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” söylemi neden bu kadar kıymetli?
Çünkü sözleşme bu cinayetleri önleyecek mekanizmayı sağlıyordu:
Sözleşme yürürlükteyken bile eksik uygulanan maddeler, tamamen ortadan kalktı. Devletin kadını koruma niyeti belirsizleşti.
Bugün yaşanan her cinayet, kadınların yıllardır söylediği bir gerçeği doğruluyor:
“İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması, kadınların hayatına mal oluyor.”
Bu cinayetler tesadüf değil, politikanın Sonucu
Kadın cinayetleri artıyorsa:
❌ Bu tesadüf değildir.
❌ Aile yapısının bozulması değildir.
❌ Ekonomik sorunlar değildir.
❌ Bireysel patlamalar değildir.
Bu bir devlet politikası sonucudur.
Çünkü bir ülkede hangi suçun arttığı, hangi suçlunun cezalandırıldığı, hangi davranışın tolere edildiği, adli mekanizmaların nasıl çalıştığı politiktir.
Kadın cinayetleri; iktidarın kadın politikasının aynasıdır.
Peki ne yapılmalı? – Çözüm net, yöntem biliniyor
Kadınları korumak zor değil.
Devlet isterse korur.
İstemiyorsa korumuyor.
Bugün yaşanan her ölüm, devlet iradesi eksikliğinin sonucudur.
Bu ülkede kadınlar yaşamak için ölüyor
Narin öldü.
Van Gölü’nde genç bir kadın öldü.
Onlardan önce yüzlercesi, binlercesi öldü.
Ve biz hâlâ aynı cümleyi kuruyoruz:
“Bir daha olmasın.”
Ama oluyor.
Çünkü bu ülkede kadınların yaşam hakkı siyasi pazarlığın malzemesi hâline getirildi.
Bu yazının üç bölümünde anlatılan tek bir gerçek var:
Kadın cinayetleri durabilir.
Ama bunun için önce devletin kadınlardan yana olması gerekir.
Kadınların istediği şey ne para, ne ayrıcalık, ne siyasi güç:
Sadece yaşamak.
Ve bir ülke, kadınlarına yaşama hakkını bile veremiyorsa,
o ülke en temel sınavını kaybetmiştir.