5 Aralık…
Bu tarih herhangi bir ülkenin takvim yaprağında yazılı bir gün değildir artık. Bu, insanlığın utançla karışık hafızasına kazınmış bir uyarıdır. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanındığı gün, bugün sembolik bir eşikten çok daha fazlasını temsil eder: Dünyanın yarısının sesinin resmen tanındığı andır. Ama tanınmak, korunmak değil. Tanınmak, yaşamak değildir. Bugün kadınlar tanınıyor belki; ama korunmuyor. Konuşabiliyor belki; ama duyulmuyor. Varlar belki; ama güvende değiller.
Dünyanın neresine bakarsanız bakın, manzara değişmiyor. Coğrafya farklı, acı aynı. Kültür değişiyor, korku aynı kalıyor. Kadınlar, farklı dillerde ama aynı yarayla konuşuyor. Dünyanın her yerinde kadınlar, aynı karanlığa aynı kelimelerle karşı koyuyor: “Yeter.”
Kadınlar bugün yalnızca eşitlik istemiyor; hayatta kalmak istiyor. Bir sabah uyanıp “bugün de yaşıyorum” diyebilmek istiyor. Bu kadar sade, bu kadar temel. Bu kadar hayati. Ancak buna rağmen, hâlâ anlatamıyoruz. Hâlâ “abartılıyor” deniyor. Hâlâ “münferit” deniyor. Oysa dünyada bu kadar “münferit” ölüm varsa, ortada bir sistem vardır. Ve o sistemin adı, görmezden gelmektir.
Kadınların yaşadığı şiddet; yalnızca bir insanın öfkesinden doğmuyor. Bu şiddet; sessizlikten, cezasızlıktan, umursamazlıktan besleniyor. Her suskunluk, bir başka failin cesareti oluyor. Her geciken adalet, bir hayatın geri sayımı oluyor. Kadınlar, bir sabaha daha uyanıp uyanamayacaklarını adalet sisteminin hızına göre ölçüyor artık. Bu, yalnızca bir güvenlik sorunu değil; bir medeniyet krizi.
Bir yerde kadınlar güvende değilse, orada hiçbir ütopik gelecek planı inandırıcı değildir. Bir yerde kadınlar her gün korkuyla yaşıyorsa, orada büyüme rakamlarının, bayrakların, marşların hiçbir anlamı yoktur. Çünkü gelecek; korkuyla büyütülemez.
Kadınlar tarih boyunca susturulduğunda, dünya daha iyi bir yer olmadı. Kadınlar yok sayıldığında, insanlık ilerlemedi. Tam aksine; kadınlar silindikçe yeryüzü karardı. Kadının sesi kısıldıkça, insanlığın soluğu daraldı. Ve bugün geldiğimiz yerde şunu açıkça söylemek zorundayız:
Kadının özgürlüğü, insanlığın sınırıdır.
Bir toplumun aynası kadınlardır. O aynada şiddet varsa, o toplum irkilmeli. O aynada korku varsa, o ülke utanç duymalı. O aynada umutsuzluk varsa, orada siyaset değil, vicdan çökmüştür.
Bugün kadınları kurtarmak, dünyayı kurtarmaktır.
Bugün kadınları savunmak, insanlığı savunmaktır.
Bugün kadınları yaşatmak, geleceği yaşatmaktır.
Ve “bugün” kelimesi bu yazıda sadece bir zaman zarfı değildir. Bugün; bir eşiktir. Ya insanlık kadınları duyar, ya da tarih bizi “duymadılar” diye yazar.
Hiçbir uygarlık, kadınlarını harcayarak ayakta kalmadı.
Hiçbir imparatorluk, kadınlarını susturarak sonsuza yürümedi.
Hiçbir devlet, kadınlarının gözyaşı üzerinde yükselmedi.
Kadınların canı “istatistik” değildir.
Kadınların hayatı “gündem” değildir.
Kadınların mücadelesi “gündelik tartışma” değildir.
Bu bir varoluş meselesidir.
Bugün 5 Aralık.
Ama aslında bugün herhangi bir gün değil. Bugün, insanlığın kendine verdiği sözü tekrar etmesi gereken gündür. “Bir daha olmayacak” sözünün yalnızca afişlerde değil, hayatlarda karşılık bulması gereken gündür.
Artık dünya karar vermelidir:
Kadını ya koruyacağız…
Ya da insanlıktan vazgeçeceğiz.
Çünkü kadın susarsa,
sadece bir ses kaybolmaz.
Vicdan göçer.
Merhamet ölür.
Gelecek kararır.
Ve dünya…
yavaş yavaş çöker.