MEHMET REBİİ ÖZDEMİR

Tarih: 16.10.2025 17:03

YOKSULLUK KADER DEĞİL, DÜZENİN ADIDIR

Facebook Twitter Linked-in

17 Ekim yalnızca bir gün değil, bir utanç aynasıdır — ve o aynaya bakmaktan kaçan herkes bu düzenin ortağıdır.

 Bir günlüğüne değil, her gün aynı sofrada eksik tabaklarla yaşamak…
Bir çocuğun okul çantasına defter değil, aç karın sığdırmak zorunda kalması…
Bir annenin, ocağında pişen çorbayı üçe bölüp “ben tokum” diyebilmesi...
İşte yoksulluk, istatistiklerde değil; insanların onurunda, gecelerinde, uykusuz gözlerinde saklıdır.

Bugün 17 Ekim. Dünya Yoksullukla Mücadele Günü.
Birleşmiş Milletler bu günü 1992’de ilan etti; o günden bu yana her yıl aynı cümle tekrarlanıyor: “Yoksullukla mücadele ediyoruz.”
Ama hangi mücadele? Kimle, kimin için?

Dünya zenginleşirken insanlar yoksullaşıyor

Bugün dünyanın en zengin 10 insanı, 3,5 milyar insanın toplam servetinden daha fazla varlığa sahip.
Bir yanda milyar dolarlık roketlerle uzaya gidenler; diğer yanda günlük 2 doların altında yaşamaya çalışan milyonlar…
Savaşlar, iklim felaketleri, salgınlar... Hepsi faturayı aynı keseye çıkarıyor: Yoksulun cebine.

Afrika’da açlık artık sadece “yardım kampanyası” görüntüsü değil; sistemin ta kendisi.
Güney Asya’da fabrikalarda çalışan çocuk işçiler, Avrupa’nın ucuz ürünlerinin gölgesinde ter döküyor.
Ve biz, ekran başında bu dünyayı izlerken, yoksulluğu bir “haber” sanıyoruz.

Ama artık sadece “uzak coğrafyaların hikâyesi” değil bu.
Türkiye’nin mahallelerinde, sokaklarında, köylerinde büyüyen sessiz bir yoksulluk var.
Köyden kente göç etmiş, asgari ücretle geçinemeyen, sosyal yardımla yaşamaya mahkûm edilmiş milyonlar…

Türkiye’de yoksulluğun yeni adı: Çalışan yoksullar

Bugün Türkiye’de çalışan bir işçi, ay sonunu getiremiyor.
Asgari ücretli, elektrik faturasını öderken mutfağından kısıyor.
Kira, mutfak, ulaşım, çocuk masrafı derken her ayın sonunda aynı soru: “Ne zaman bitecek bu hayat?”

Resmî enflasyonla market raflarındaki fiyatlar arasında uçurum var.
Bir emeklinin maaşı artık bir haftalık pazara bile yetmiyor.
Sokaklarda ikinci işte çalışan insanlar, sadece yaşamak için ömür tüketiyor.

Bir dönemin “orta sınıfı” artık yok.
Üniversite mezunu gençler kuryelik yapıyor, öğretmenler atama beklerken geçici işlere koşuyor.
Bir nesil “yoksul doğmadı” ama “yoksullaştırıldı.”

Çocuk yoksulluğu: Sessiz açlık

UNICEF, dünya genelinde her dört çocuktan birinin yoksulluk sınırında yaşadığını söylüyor.
Ama istatistikler bile bu acıyı anlatmaya yetmiyor.
Okul kantinlerinde sıraya giremeyen, teneffüslerde su içip doyduğunu söyleyen çocuklar...
Bunlar artık Türkiye’nin de gerçeği.

Bugün bazı mahallelerde çocuklar, sütü sadece devlet yardımı geldiğinde görüyor.
Beslenme çantasında peynir, yumurta değil; bazen sadece bir parça ekmek var.
Yoksulluğun en yıkıcı yüzü, çocukların geleceğini çalmasıdır.
Çünkü aç büyüyen bir çocuk, eğitimde, hayatta, umutta hep eksik başlar.

Sosyal yardımlar vicdanı değil, düzeni aklıyor

Devletin sosyal yardım politikaları uzun süredir bir “yara bandı” işlevi görüyor.
Yardım kolileri, sadaka ekonomisinin modern biçimi haline geldi.
Yoksullukla mücadele etmek yerine, onu yönetmeyi tercih eden bir sistem kuruldu.
İktidarlar, yardımlaşma görüntüsü altında bağımlılık ilişkisi yaratıyor.
İnsanı özgürleştiren değil, susturan bir yardım anlayışı…

Oysa yoksulluk sadece ekmek meselesi değildir.
Bir insanın yaşamına, onuruna, emeğine sahip olma hakkıdır mesele.
Yoksullukla mücadele, sosyal yardım değil; adaletle mümkündür.
Adil vergi sistemi, güvenceli istihdam, nitelikli eğitim ve fırsat eşitliği olmadan yoksulluk bitmez.

Kadın yoksulluğu: Evde görünmeyen emek, sokakta görünür çaresizlik

Kadınlar, yoksulluğun en ağır yükünü taşıyor.
Evde ücretsiz iş gücü, sokakta en düşük ücretli işçi...
Birçok kadın ev eksenli çalışıyor ama sigortasız, güvencesiz, görünmez.
Yoksulluk kadınları sadece ekonomik değil, sosyal olarak da hapsediyor.
“Evde kal, idare et, sus” denilen milyonlarca kadın, sistemin görünmeyen direği haline geldi.

Kadın emeği, ekonominin karanlık yüzünde sömürülüyor; ama istatistiklerde bile yer almıyor.
Oysa bir ülke, kadınlarını yoksul bırakarak zenginleşemez.

Yoksulluğu konuşmak değil, göstermek suç oldu

Bugün Türkiye’de yoksulluğu anlatan bir haber yapmak bile cesaret ister hale geldi.
Çöpten yiyecek toplayan bir insanın görüntüsünü paylaşmak “ülkeyi kötülemek” sayılıyor.
Gerçeği gizlemek, yoksulluğu bitirmiyor.
Yoksulluk, sadece utanılacak bir durum değil; utandırılması gereken bir sonuçtur.

İktidarlar değişse de tablo aynı:
Sermaye büyüyor, halk borçlanıyor.
Bankalar kâr rekoru kırarken, haneler kredi kartı limitine dayanıyor.
Sokağın diliyle söyleyelim: “Bu ülkede artık çalışmak da yetmiyor.”

Yoksullukla mücadele bir vicdan meselesi değil, bir hak meselesidir

Yoksulluğu ortadan kaldırmanın yolu, merhamet değil, adalettir.
Bir ülkenin zenginliği, gökdelenlerin sayısıyla değil, sofrasında aç çocuk kalmamasıyla ölçülür.

Bugün 17 Ekim.
Birleşmiş Milletler’in ajandasına sıkışmış bir gün değil bu.
Dünyanın, insanlığın, Türkiye’nin kendine sorması gereken bir soru:
 

“Bu kadar çok zengin varken, neden bu kadar çok yoksul var?”

Cevabı basit ama rahatsız edici:
Çünkü yoksulluk bir hata değil, bir tercihtir.
Sistemin, siyasetin, ekonominin tercihidir.

Ve bu tercihi değiştirmek, yalnızca politikacılardan değil, toplumun vicdanından geçer.
Eğer bir çocuk açsa, bir yaşlı elektriksizse, bir genç işsizse…
Bu yalnız onların değil, hepimizin yoksulluğudur.

Son söz: Yoksulluk kader değil, düzenin adıdır

Bugün bu satırları okuyan herkes, belki de kendi hayatında yoksulluğun bir yüzünü tanıyor.
Belki yüksek faturada, belki market kasasında, belki çocuğunun gözlerinde…
Ama unutmayalım: Yoksullukla mücadele etmek, sadece açlara ekmek vermek değil;
o ekmeği çalan düzenle yüzleşmektir.

17 Ekim, sadece bir takvim günü değil, bir aynadır.
Bu aynaya baktığımızda gördüğümüz şey, kim olduğumuzu gösterir.
Ve eğer o aynada bir çocuk açsa, bir anne çaresizse,
biz zengin değiliz.
Yalnızca vicdan borçluyuz.

 ÇAĞDAŞ SAMSUN ÖZEL

17 Ekim Dünya Yoksullukla Mücadele Günü, sadece küresel bir farkındalık çağrısı değil; bu topraklarda büyüyen derin adaletsizliğin aynasıdır.
Çağdaş Samsun, yoksulluğun rakamlarda değil, insanların yaşamında nasıl yankı bulduğunu göstermeye devam edecek.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —